AK PARTİ’NİN İMANI İLE DTP’NİN AHI Mustafa Elveren – Em.Öğrt. Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı tarafından Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin kapatılması ile ilgili olarak açılan dava için Başbakan ve Ak Parti yöneticilerinin söylediklerini şimdi bir defa daha hatırlayalım. Adalet Bakanı ile Başbakan: ’Yargıya intikal eden konular üzerinde konuşmamız yanlıştır.’ şeklinde birbirine benzer ifadeleri kullanmışlardı. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ise, ’Partinin kapatılmasını en çok o partinin siyasileri istiyor. yoksa bu kadar ahmakça politika gütmezlerdi“ dediğini basından öğrenmiştik. Ama, aynı akıbete Ak Parti uğrayınca, bu defa hep bir ağızdan koro halinde -Seyit Onbaşının imanı, yarim takar türbanı- mağduriyet şarkısını söylemeye başladılar. DTP ise “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” deyince, kulakları duymaz, dilleri dönmez oldu. İşte Ak Parti’nin ortaya sergilediği ciddiyetsizlik politikası budur. DTP’ye yapılan bir çok hukuksuzluğu ve haksızlığı görmezden gelen ve şu anda hükümette olan Ak Parti’nin Demokrasi ve hukuk denilen şeye daha çok ihtiyacı olduğu görülmektedir. Aynı şekilde, Devlet gücünü arkasına alarak her türlü hukuksuzluğu ve kanunsuzluğu yapan “Devlet Çeteleri”nin de bu gün demokrasi ve hukuk’u nasıl aradıklarını görmekteyiz. Çünkü, Demokrasi ve hukuk her zaman herkese gereklidir. Başbakan’ı örnek alarak “Ben teröristlerin elini sıkmam” diyen Hükümetin emrindeki bir emniyet müdürünün DTP.li milletvekillerine yaptığı hakarete rağmen, Parti’nin kapatılması için açılan davayı görmezlikten gelen Ak Parti’nin bu gün içine düştüğü çıkmazdan kurtulması hususunda, DTP’nin oylarına ne kadar muhtaç oldukları görülmektedir. “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” atasözü sanki bunlar için söylenmiştir. Ak Parti yönetimi ile kapatma davasını açanların zihniyeti birbirlerinden farklı değildir. Yani, yeşil cüppeliler ile siyah cüppelilerin yarıştıkları bir maç oyunudur. Biz bu maçın ne taraftarı, ne de seyircisiyiz. Bu oyun bazen kavgaya dönüşüyor. Bu kavga, devlet gücünü arkasına almak için birbirinden beter iki tarafın çatışmasıdır. Al birini vur ötekisine. Eğer, Ak Parti Hükümeti, Kürt-Alevi-türban-Düşünceyi ifade etme gibi hak ve özgürlükleri bir bütün olarak ele alıp çözüm arayışına girseydi, bu olumsuzluklar yaşanmazdı. Çünkü, Alevilerin, Kürtlerin, liberallerin ve bir kısım solcuların desteğini arkasına alarak, diyalog yöntemiyle bu hassas sorunları çözmek mümkün iken, neden sadece kendisine siyasi rant sağlayacak olan türban sorununu MHP’nin oyununa gelerek tek taraflı ele aldı? Bunların amacı türban sorununu çözmek olmadığını, tam tersine çözümsüzlük yaratmak olduğu anlaşılmaktadır. Yerel seçimler yaklaştıkça, Sayın Başbakan; “Diyarbakır’ı, Tunceli’yi… istiyorum” demek suretiyle tehlikeli oyunları oynamaktadır. Bu oyunların hepimize zarar vereceği kesindir. Bence hiç zaman geçirmeden, Türkiye’de var olan sorunları yani hak ve özgürlükleri bir bütün olarak ele alıp, sorunların taraflarıyla bir an evvel diyalog kurup, harekete geçmeleri gerekir. Fakat, Ak Parti’nin böyle bir sorumluğu yerine getireceğini hiç sanmıyorum. Kabadayılık yapmakla, insanları azarlamakla, devlet işlerinin yürütülemeyeceğini artık bilinmesi gerekir. Aksi halde, sermayenin “üç kağıt”çı piyasasının oyunu bozulmasın diye, yine bir “BELALI CUMA” ile karşılaşabiliriz. Tanınmış yazarlardan Can Dündar’ın “Belalı Cuma” için şu tespiti kayda değerdir. Cuma, haftanın
belalı günü haline geldi: 12 Mart muhtırası bir cuma günü verilmişti. Bizim sol cenahtan çok anlamlı bulduğum; “Susma! Sustukça sıra sana gelecek.”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarını “Türkiye Halkları” ile demokrasi güçleri için günümüzde çok önem arz etmektedir. Buradan hareketle, statükocu güçlere karşı en kısa zamanda emek-barış-özgürlük talepleriyle, geniş katılımlı yeni bir siyasal oluşuma gidilmelidir. Ancak, bu oluşum sadece sol ve sosyalist örgütlerle sınırlı kalmamalıdır. Demokratik Kürt ve Alevi örgütleri, demokrat Müslümanlar ile kendilerini demokrat Kemalist olarak tanımlayan kuruluşları da kapsayacak bir oluşum olmalıdır. Şimdi bazı okuyucular, “Bunlar AB’nin Türkiye’ye dayattığı söylemlerdir. Sen hayal kuruyorsun, hayalini kendine sakla”. Diyebilirler. Bence kimin dayattığı önemli değildir, önemli olan Türkiye’nin gerçekliğine uymasıdır. İstek ve gayret olursa, hayali gerçeğe dönüştürmek her zaman mümkündür. Gökkuşağı renklerini bir arada görmek ilk bakışta insana hayal gibi geliyor, fakat hayal olmadığını görebiliyoruz. İşin AB tarafından bakan Milliyet Yazarı Hasan Cemal’in şu tespitini de önemli buluyorum. “Asıl, AB’ye sırtını dönen, üçüncü sınıf demokrasiyle, otoriter rejimle idare etmeye kalkan bir Türkiye’de, asker-sivil bürokrasinin bölünme ve İslamlaşma korkuları çok daha gerçek hale gelir. Ayrılıkçılık ve Türk-Kürt çatışması ile radikal İslam’ın değirmenine asıl otoriter rejimle su taşınır.” (Hasan Cemal / 22.03.2008 / milliyet.com.tr) “BELALI CUMA”lardan kurtulmak için daha bir çok formüller olabilir. Benim önerdiğim formül de, pek yabana atılır gibi değildir. Ancak, zaman çok daralmakta ve geminin batma tehlikesi vardır. Eğer gemi batarsa, hiç kimsenin kurtulma şansı yoktur. Yıllardır İktidarları aracıyla Devlet’in nimetlerinden yararlananların söylediği “Vatan-millet-bayrak-ezan-Sakarya” sahte nutukların yerine, bu gün tehlikeyi atlatmak için el birliğiyle çaba harcamalıyız. Tüm halkların eşitlik ve özgürlük temelinde bir arada yaşamalarını sağlayabilmektir. İşte gerçek “vatansever”lik budur, bence. 01.04.2008 - Mustafa Elveren Ekleme Tarihi: 01.04.2008 / Gomanweb |