RESMİ İDEOLOJİ VE “KUTLU DOĞUM HAFTASI”

Mustafa Elveren  - Em. Öğrt.

Diyanet’in kaldırılmasını istemeyen İslamcılar ile laikçiler bu kurumu laikliğin teminatı olarak gösterip, Türk-İslam Sentezi’ni buradan hazırlayarak devletin resmi ideolojisi haline getirdiler.  Çünkü, gerek siyasal olarak ve gerekse diğer çıkar ilişkileri bakımından her iki kesim de Diyanet’ten beslendikleri açıkça görülmektedir.

İslam’ın Peygamberi Muhammed’in doğum günü miladi takvime göre 20 Nisan  tarihi esas alınarak kutlanıyor. O nedenle  her yıl Nisan Ayı’nda “Kutlu Doğum Günü” ile “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” aynı hafta içinde kutlanmaktadır. Böyle zamanlarda  İslamcılar ile Laikçiler birbirleriyle boy ölçüşüyorlar. Her iki taraf da rejimin esas bekçisinin kendisi olduklarını iddia  ediyorlar. 88 yıldır bu iki güç bazen anlaşarak, kimi zaman da danışıklı dövüş yaparak ülkeyi bu güne kadar getirdiler.Yaklaşık bir asırdır bu iki gücün dışında alternatif olarak üçüncü bir güç oluşamadı, ya da engellendi. Durum böyle olunca da, rejimle ilgili çok ilginç manzaralar ortaya çıkıyor.

Örneğin; “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri adı altında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın desteği ile salonlarda ve meydanlarda büyük kalabalıklar toplayarak, İslam dini içerikli propagandalar yapılmaktadır. 1300 yıl önceki gibi dini örtünme biçimindeki giysilerle küçük  çocukları sahneye çıkartıp,tespihli ilahiler söyletiyorlar.  Bunlara karşılık ise, “ulusalcı-Laikçi” kesim de, Genel Kurmay’ın desteğini arkasına alıp, Anıtkabir’de büyük kalabalıklar toplayarak boy gösterisini yapıyorlar. İki yaşındaki çocuklara rütbeli asker elbiselerini giydirip, Anıtkabir’in merdivenlerinde kameralara karşı poz vermesini sağlıyorlar.

Yani birinin elinde tespih, diğerinin elinde silah vardır. “Al  birini vur ötekisine”. En kötüsü ise, bazen silah ile tespihin yan yana gelmesidir. 12 Eylül’de olduğu gibi bir de bakmışsın ki, bir elinde silah, diğer elinde tespih halkına en acımasız işkenceleri yaparak, korku sallıyorlar.

Görüldüğü üzere, her iki taraf da Devlet desteklidir. Yani devletten besleniyorlar. Yine her iki taraf da küçük çocukları kullanmaktadırlar. İki tarafın da aynı merkeze bağlı olduğunu anlıyoruz.

Bu hafta çok ilginç ve hüzün verici bir gözlemimi sizlerle buradan paylaşmak istiyorum. Tv.lerin akşamki  ana haberlerini izlerken insan şok oluyor.  Peş peşe verilen dört haber birbirini tamamlıyordu. Önce sahneye çıkarılan türbanlı kız çocukların dini içerikli ilahi ve şiirleri okuyan haberi verildi. Bundan sonra İstiklal Marşı’nı tamamını ezbere okuyan anaokulu öğrencisi olan bir çocuğun haberi yer aldı. Bu iki haberin ardından da  Anıtkabir’in merdivenlerinde rütbeli subay elbisesi giydirilmiş küçük çocukların görüntüleri eşliğinde spiker haberi “gururla” okudu. Bu kadar hamaset kokan ve can sıkıcı haberlerden kurtulmak için tv.yi kapatmayı düşünürken, ne yazık ki,  “Dört asker şehit”, “7 PKK militanı öldürüldü” haberiyle birden irkildim ve durduğum yerde hiç kıpırdamadan izlemek zorunda kaldım. Görüntülerde, yine kan, yine barut, yine göz yaşı vardı. Ve kanal değiştirip, öldürülen Kürt gençleri  ailelerinin dramını da ROJ TV.de seyredince, sendelenmemek için kendimi zor tuttum. Öldürülen  o askerleri ve PKK militanlarını bir anlık kendi çocuğum, kardeşim ve yeğenim yerine koydum. O anda anladım ki, insan düşünmek bile istemiyor. Bu ateş önce düştüğü yürekleri yakıyor. Ancak, bu ateş bir gün hepimizi de yakabilir.

Din-Siyaset-Ticaret çerçevesinde oluşturulan “Vatan-millet-bayrak” edebiyatıyla, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” – “Bayrak inmez, ezan susmaz” söylemleri artık hiçbir işe yaramıyor. Bu söylemler insanların duygularını geçici bir okşamaktan öteye gitmez. Daha kötüsü ise, halkları birbirine kırdırtıp, esas bölünmeyi yaratan söylemlerdir.

Ülkemizde Kürt sorunu da, Alevi sorunu da, emek sorunu da vardır. Hatta din ve inanç özgürlüğü ile düşünceyi ifade etme özgürlüğü gibi sorunlar da hala mevcuttur. Bunların yanında yaratılan türban sorunu da Ak Parti yüzüne-gözüne bulaştırmıştır. Öteden beri  “bunlar dış mihrakların işidir” gibi ucuz politikalar yapılmamalıdır. Bence Kürt sorunu bütün sorunların anasıdır. Bu sorun çözülürse, bir çok sorunumuz da bununla birlikte çözüleceğini düşünüyorum. Neredeyse tüm Dünya ülkelerinin çözdüğü “Bir Mayıs Emek, Mücadele  Birlik ve Dayanışma Bayramı” önümüzde önemli sorunlardan biri olarak durmaktadır. Devlet isterse, hiçbir zaman provokasyonlar olmaz. Olduğu takdirde, anında tespit edilir.

Cumhuriyet’i demokratikleştirerek tüm bu sorunların çözüleceğini düşünüyorum.Tüm sorunların çözümü için yetersiz kalmasına rağmen, bence “Demokratik Cumhuriyet” tezi  Türkiye şartlarına en uygun olan çözüm şeklidir. Umarım daha iyi çözümleri devreye konularak, bu kirli savaş bir an önce sona erdirilmelidir. Aksi halde, “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak” da vardır.  

24.04.2008

Mustafa Elveren  - Em. Öğrt. 

mustafaelveren@gmail.com

www.gomanweb.com

Ekleme Tarihi: 24.04.2008 / Gomanweb