| |
YILLAR SONRA KÖY VE 1.YAZ SENLIGI’MIZE ILISKIN IZLENIMLERIM –
5.BÖLÜM
ALI HAYDAR UMUT
Çola Destê
.................
Çola Destê; iki tarafi tepeliklerle çevrili ve birazcik da çukur oldugu için
‘çol’ (çukur) demisler. Destê’ye yakin olmasi nedeniylede ‘Çola Destê’
(Destê’nin çukuru) diye adlandirilmis. Eskiden burada orta büyüklükte
agaçlar vardi. Bu agaçlarin alti ise ‘megel’ (hayvanlarin yatim, dinlenme –öglen
vakti- yeri) olarak kullanilirdi. Aslinda bu ‘Megel’e “hayvanlarimizin
dinlenme Motel’i” de diyebiliriz. Çünkü hayvanlar öglenleyin gelip bu
gölgelik yerlerde öglen uykusuna dalar, dinlenirlerdi. Ayni islemi bir baska
yerde veya herhangi bir agacin altinta yapmazlardi. Bu ‘Megel’ yerine
geldiklerinde kendilerini yere atar, uzanarak baslarlardi gevis getirmeye.
Bu durum birazda Yunanistan’i hatirlatiyor insana. Yunanistan’da öglen saat
14.00-17.00 arasi dinlenme, uyku, sessizlik saatidir. Bu saatlerde
kesinlikle gürültü yapmak yasaktir. Bu saatler arasinda is yerleri kapalidir
ve kimse çalismaz. Apartmanda oturuyorsan bulasik dahi yikayamazsin. Sikayet
edildigi taktirde direk evden atabilirler seni.
Ayrica Çola Destê’nin muhtelif yerlerinde ‘danga’larimiz vardi.
Danga’yi söyle açiklayabilirim; kisin hayvanlara verilmek üzere sonbaharda
kesilmis olan yapraklar iki agacin arasina sikistirilarak dizilir. Kisin
kurumus ve rengi yesil olarak kalmis olan bu yapraklar evlerin yakin
yerlerinde merkezi bir yere tasinarak biriktirilir. Burada birbirine yakin
3-4 veya daha fazla sayida gövdesi güçlü agaç bulunur. Bu agaçlar yaklasik
bir adam boyu yükseklikte birbirine agaçtan kalaslarla kenetlenip baglanarak
saglamlastirilir. Böylece buraya getirilmis olan kuru yapraklar, birbirine
kenetlendirilerek hazirlanan bu agaçlarin üzerine (yaklasik bir adam boyu
yükseklikteki yere) genis bir bicimde istif edilir. Iste bu hale getirilmis
yere ‘danga’ diyoruz. Kisin hayvanlar genelde bu danganin yanina getirilir
ve dangada biriktirilmis yapraklar etrafa dizilerek, serpistirilerek
hayvanlarin yemelerine sunulur.
“Çola Destê’ye geldigimizde kendimi ortama konsantre ederek etrafi, çevreyi,
yöreyi tanitip anlatmaya hazirliyorum. Tam konusacam, birden her seyi
unutuyorum. Yer isimlerini unutuyor, cümlelerimi tamamlayamiyor, kendimi
toparlamada oldukca zorlaniyorum. Sole Sên, Taxt diyorum ama gerisini
getiremiyorum. Wakê yengemin yer isimlerini hatirlatmadaki yardimlarida
yetmiyor yasadigim kaotik ortamdan çikmama. Gördügüm realite degisimi
karsisinda; bocalama, saskinlik ve karisiklik hali olan “tesevvüs” sürecine
girmisim. Kilitlenmis olan beynimin hala açilmamis oldugunu kavrayarak
kendimi çok fazlaca zorlamak istemiyorum. Durumun akisina biraktim kendimi.
................
Sole Sên
................
Sole Sên’i anlatirken;
“Bakin” dedim. “Su karsi tarafa neden Sole Sên denmis biliyor musunuz? Sole
‘tuz’ demektir. Sêne ise ‘yamaç’ demektir. Her ne kadar Avrupa’da genelde
hayvanlarini tuzlamasalar da bizler hayvanlarimiza tuz verirdik. Tuz yiyen
hayvanin eti daha da lezziz olur. Su karsida gördügünüz taslarin üzerine tuz
serperdik. Sonra hayvanlar gelir bu tuzlari yerlerdi. Tuzlari yiyen
hayvanlar çok susamis olurlardi. Tuzlarini yedikten sonra az önce gördügümüz
Dar a Jare’nin yanindaki çesmeye veya su sag taraftaki dereye inerek
sularini icerlerdi hayvanlarimiz.
Ismi verilmis her yerin bir anlami ve hikâyesi vardir bizde” diyorum
cocuklara.
Yegenlerimden biri “baska ne yapiyordunuz amca?” diye soruyor. “Biz su anda
biraz tepedeyiz degil mi?” diye soruyorum. “Evet” diyorlar. “Evler nerede?”
diye sorunca isaret parmaklariyla göstererek “asagida” diyorlar. “Dogru
asagida. Kisin; ben, Mustafa, Erdal bazen Fahrettin abinin çocuklari
Hayrettin ve Necmettin daha sonra Volkan ile Engin kizaklarimizi alarak
buraya geliyorduk. Burasi tepe oldugu için biniyorduk kizaklarimiza taaa
evlerin oraya kadar kayiyorduk bu yoldan asagi dogru. Tabi biz kaydiktan
sonra bu yollar buzlaniyordu. Hayvanlari yem (kurutulmus yaprak) vermek icin
buraya ‘danga’ya getirirlerdi. Bizlerde kizaklarimizla bu yolda kaydigimiz
için yollar buzlanmis. Danga’ya gelmeye çalisan hayvanlar yoldaki buz
üzerinde yürümeye çalisirlarken zorlaniyorlar, kayip düsüyorlardi. Bunun
üzerine Hasan Hüseyin amcam bize çok kiziyordu hakli olarak. Bizde korkudan
kaçacak delik ariyorduk” diyorum çocuklara. Yaramazliklarimizi anlattikça
gülüyor çocuklar.
Gortê Serê Rayê’nin oradan evlere dogru iniyoruz topluca. Sagdaki tarlamizin
sinirindaki Sêvc (Gijok) -Türkçesi aluç olabilir- agaci hala duruyordu.
Tadina doyamadigimiz sêvcler yine vardi agacin dallarinda fakat hala ham (olgunlasmamis)
olduklarindan koparip yiyemiyoruz sêvclerimizi.
Aslinda bu tarlamizin oldugu yer eskiden agaçlarla kapli ormanlik alanmis.
Tarlalarimizin yeterli olmamasi nedeniyle dedelerimiz bu agaçlari
kesiyorlar. Toprakta kalan agaçlarin kökleri kuruduktan sonra yerin altindan
çikarilarak bu alan ekilmeye hazir bir tarla haline getiriliyor. Ormandan
temizlenerek ekilebilinir hale getirilen araziye ‘Gort’ deniyor. Serê Rayê
ise; yolun üst tarafi demektir. Böylece buranin ismi Gortê Serê Rayê oluyor.
Bir de Gortê Binê Rayê vardir. Anlasilabilecegi gibi bu da ‘yolun alt
tarafindaki tarla’ demektir.
Gortê Serê Rayê’den evlere dogru yürürken Hasan Hüseyin Ardiç’in (Çamrekli
Hes Wusên) köpekleri karsiliyor bizleri. Annamlar ve çocuklarin çogu benden
önce iniyorlar evlerin bulundugu yere. Ap Ali’yê Xormeçik’lerin evinin önüne
vardigimda; Hes Wusên, annem ve Wakê yengemin hararetli bir tartisma içinde
olduklarini gördüm. Toliv Hes Wusên ile sariliyoruz birbirimize. Hal hatir
sorduktan sonra Onlar tartismalarina devam ediyorlar fakat ben konuyu
algilamakta zorlandim. Yaptigim sey; Hes Wusên amcanin iyice derinlesmis
alin çizgilerine, günesten kararmis yüzüne, kizararak kan çanagi haline
dönmüs gözlerine, perisan haline bakiyorum. Iyice zayiflamis, biyiklari
karismis, avurtlari çökmüstü. Halsiz ve perisanligi gözden kaçmiyordu.
Yüzünden mutsuzluk akiyordu ama bu mutsuzlugun sirrini çözemedim Hes Wusên
amcanin. O sicakta tisörtünün üzerine giydigi gömleginin yakasi yipranarak
yirtilmis, gömleginin üzerine giymis oldugu yelegi (genelde basin
mensuplarinin giydigi türden) ise bir çok yerinden yirtilmis, dökülecek
haldeydi. Iki eliyle siki sikiya tuttugu sopasinin üzerine dayanmisti Hes
Wusên amca. Bir ara bacaklarini dizlerinden kirarak çoküyor.
Annemlerle tartismalari devam ederken gözlerim Ap Ali’lerin evine dogru
kayiyor. Bir kisim tamir ve eklerin disinda ev oldugu gibi duruyor. Evin
üzerine çikmak için kullanilan agaçtan merdiven hala duruyor. Merdivenin
hala eskisi mi yoksa yeni bir merdiven mi yapildigini çikaramadim. Dut agaci
ise; yillanmis sarap gibi kapinin önüne dallarini semsiye gibi yayarak
tarihsel misyonunu yerine getirip, insanlari gölgesine davet ederek
serinlemelerine yardimci olmaya devam ediyor. Hes Wusên amcanin disinda
disarida kimse gözükmüyordu. Kendisine esi ve çocuklarini sorma firsati
bulamadan döndüm yönümü harmana dogru. Ufaktan yürümeye basladim.
...................................
Wayir ê Çê Ma Kuyo?
.................................
Bir anda kendimi Hes Wusên amca tarafindan restore edilerek samanlik olarak
kullanmis oldugu evimizin üzerinde buluyorum. Toprak, ayagimin altindan
kayiyormus gibi oluyor. Hareketlerim bilincimden tamamen bagimsiz.
Düsündüklerim, görmek istediklerim, gördüklerim ve hareketlerim arasinda hiç
bir baglanti yok. Spastikler gibi hissettim kendimi. Gerçek ile hayal
dünyasinin karisimiyla dolasarak mutfagimizin (bon ê pil) üzerine geldim ve
durdum. Durdugum yerde önce gökyüzüne baktim uzun uzun. Sonra gözlerimi
kapatarak biraz öylece bekledikten sonra ellerimi koltuk altlarima dogru
gögsümde kenetleyerek, basimi yavas yavas önüme dogru egdim. Evin içine
sesleniyormusum gibi:
“Tu kotiya ya Wayir ê çê ma?” diye seslendim.
“Nu senê halo ma tederime? Çêonê ma rê sê biyo, qey ginê piro?...
Ma zov-zêch ê xu gureto amêyme mekanê tu. Effiya xu wazeme. Zerê ma dezeno,
zon dano Ya Wayir!” dedim. Cevap gelmedi.
“Çêvêr ê mekan ê xu rake, bême kelê xu bibirnime Ya Wayir!” diyerek devam
ettim.
“Ma bêbext mendime, teweraime. Ez wazen ke bêrine Çardax’e, uzara sêmiga Bon
ê Pil’de kelê xu bibirni sêri zerê Bonî de Ustin’a wortede ji kelê xu
bibirni, ora dime yême ra dest paênê tu Ya Wayir! Itha çê pi khalikonê mao...”
diyerek aglamaya basladim çaresizlik ve sessizligin ortasinda.
Gözlerim kapali bir biçimde devam ediyorum göz yaslari içinde “Kemer a Çola
Ding kuya? Makina Cêwin sê biyê? Meqet-taxt-sof’onê marê sê bi? Lozingê kuya?
Adir’ê ma qey siyo we? Nu çi thofano amo dewa ma ser? Na dar berê ma, baxçê
ma qey biyê husk?” derken gözlerimi açtim. Puslu, sisli bir hava, dumanlar
içinde, tam karsimda bana bakan bir Dervis; sirtinda ayaklari gözükmeyecek
sekilde uzun beyaz bir hirka. Giydigi hirka belinden kirmizi bir kusakla
baglanmis. Kar beyazi sakal ve biyiklari ile basi açik, ap ak saçlari
dökülmüs omuzlarindan asagi.
“Ya Wayir ê çê ma!
Cana geldik
divana durduk.
Aç gönül bahçeni
Bak,
gönlüm sen degil
dört yanim harap.
Bir kadeh içelim Akl-î Çesme’nden
Seyran eyleyelim baht-i yarimizi” dedim.
Bilgeligi yüzüne yansimis, dervisane durusuyla tek eliyle tuttugu kocaman
bir kapiyi zorlanmadan, sagdan sola dogru çekip açarak bambaska bir dünyaya
davet ediyor bizi.
Zor isitilir bir sesle:
“Simarê xêrivên
Marê hêsirên”
(Sizlere gurbet
Bize esaret) diyor bilge adam.
Gözlerimin önündeki evler degisiyor, yikintilar yok olmus, ortalik civil
civil insan kayniyor. Harmanda, biçilerek patosa vurulmak üzere
biriktirilmis bugday girzelerinden olusan “Cele”. Diger taraftan yandaki
harmanda, dövenle (misone) ufaltilarak “kês” haline getirilmis otu
‘surtme’lerle iterek merek’e doldurmaya çalisanlar var. Öbür taraftan biri
dut agacina çikmis, dört bes kisi de altta koca bir bezi gerili bir biçimde
tutmus, dutun üzerindeki çocuk dut agacinin dalina indirdigi ayak darbesiyle
dutlarin titreyerek düsmelerine neden oluyor. Alttakiler ise gerili
tuttuklari bezin üzerine düsen dutlardan dolayi sevinç çigliklari atiyorlar.
Asagida çesmenin oldugu yerin yaninda kalabalik bir grup iki ayri yere
kurmus oldugu kazanlarda bulgurluk bugday kaynatiyorlar. Çocuklar ve
yanindakiler ise kaynatilmis, ‘dani’lerini avuçlariyla yudumlayarak
yiyorlar. Acele edenlerin agizlarinin yandigi hareketlerinden belli oluyor.
Hamamin yanindaki dut agacinin gölgesine iki astir (çul) serilmis. Astirin
üzerine kimi oturmus kimi ise bögrünün üzerine uzanmis sohbet ediyorlar. Iki
metre ilerisinde ise köpekler oldugu yere uzanmis, sicagin etkisiyle
dillerini yarim karis disari çikararak hizli hizli soluyorlar.
Bizim çardagin oldugu yere geldim. Birkaç kisi oturmus kahvalti yapiyorlar.
Onlar beni göremediklerinden aralarindan siyrilarak geçtim. Semig’i üç kez
öperek alnimi degdirdim. Bonê Pîl’den içeri girdim. Orta yerde duran
‘Ustin’i yine üç kez alnimi da degdirerek öptüm. Lozing’in (sömine)
yanindaki daha ömceden yaga batirilarak ‘çira’ haline getirilen mumlari (çira)
alarak arka tarafa dogru ilerledim. Annemin haftada bir çira yaktigi yere
gelerek tasin üzerindeki kibriti alip dileklerimi tuttum, gelecege yönelik
umut dolu dualarimi ederek çirami yaktim. Yaktigim çiralari tasin üzerine
biraktim. Kisa bir süre mistik ortamin etkisiyle çira’nin gizemli
alevlerinde gezintiye çiktim. Tahil ambarlarimiza dokunuyorken biri;
“Çê Wus ê Mist nika tuyo wenê. Apo bê tu ki tuyo buye” deyince esrarengiz
rüyadan uyanir gibi oldum. Yikintilar arasinda kalmis olan bir kök
üzerindeki ‘kirmizi, siyah, mor ve beyaz’ dut agacimiza saldirir gibi
dallara yapismis dut yediklerini gördüm bizimkileri. Biraz dut da ben yedim.
Lezzetinden bir sey eksilmemis dutun.
Hava yavastan kararmaya basladigindan normalinden daha hizli hareket etmemiz
gerekiyor. Bahçeleriomize dogru kosarcasina yürüyoruz. Elma agaçlarinda
buldugumuz ‘puxtok’ elmalari kopararak yiyoruz. Kimisi eksi, kimisi tatli
kimi ise mayhos, yani ‘thol’ (thal). Bahçemizdeki kücük kardesim Özgür’ün
mezarini ziyarete gittigimde kizim Ilgin’i mezarin basinda buldum. Mezari
öperek yillarca yalniz biraktigimizi düsündüm küçük Özgürümüz’ü. Buruk bir
esintiyle yukari çesmeye dogru gittim ve ziyaret agacina bakarak geri
döndüm.. Kosarak asagi çesmeye kadar gittim. Çesmeden akan suya hayran
hayran baktim. Suyun gürbüzlügü dikkatimi çekti. Agaçlar, bahçedeki meyve
agaçlari kurumasina ragmen çesmenin suyunda herhangi bir eksilmenin olmamasi
sasirtmisti beni. Taslarina oturarak banyo yaptigimiz yeri göstererek
anlatiyorum Ersin’e.
Yine hizli adimlarla “Çolik a Bujiyo’dan Hini yê Qero’ya oradan tirmanarak
Imam Amcalar’a gidiyoruz. Zamanimiz olmadigindan dolayi ‘Asma Köprümüz’e
yakindan bakamiyoruz sadece teget geçiyoruz köprüyü. Ap Hesen ê Xormeçik
Amcalarin çesmesindende suyumuzu içiyoruz. Bazen gelip bakimini
yaptiklarindan dolayi evleri sapasaglam kalmis Ap Hesen ê Xormeçik’lerin.
Aksam yemeklerimizi yiyerek çay sefamizida yaptiktan sonra “kim nerede
yatacak?” sorusuna yanit aranarak çesitli taksimler yapildi Fadik Ablamiz
tarafindan. Bizler Fadik ablalarda uyumak üzere asagi indik. Ali esi ve
çocuklari da bizimle ayni evde kaliyorlar. Yer sorunumuz yok. Kolayca
yerleserek yataklarimizi hazirliyor ve koca bir günün yorgunlugunu atmak
üzere yataklarimiza uzaniyoruz. Yarin bir baska heyecan bekliyor bizi “Köy
Senligi ve uzun zamandir göremediklerimiz ile yeni tanisacagimiz
köylülerimiz, dostlarimiz, akrabalarimiz...” bu heyecanla uyumak oldukça
zor.
.................................................
Pamuklu Köyü 1. Yaz Seligindeyiz
.................................................
30.09.2007
ALI HAYDAR UMUT
-Devam edecek- |
YILLAR SONRA KÖY VE 1. YAZ SENLIGI’MIZE ILISKIN IZLENIMLERIM
– 4. BÖLÜM
ALI HAYDAR UMUT
Paris’in Eyfel’i, Gome’nin Holik’i
...............................................
Ister istemez gözüm oranin en görkemli yerine takildi. Gome’nin Eyfel’i mi
desek, Sato’su mu desek...görkemliliginden hic bir sey kaybetmemis ayni
heybetli durusu devam ediyor. Sadece üzerindeki Holik’i yok ve biraz da
bakimsiz kalmis. Yani restore edilmeye ihtiyaci var Holik’in. Birazdan Ersin
ve Ilgin’i da alarak yegenlerimle birlikte Holik’a cikiyoruz. Holik
dedigimiz; evin tam karsisinda (onbes metre mesafede) eve göre biraz daha
tümsek bir yer. Zemini bir bütün olmasada kayaliktir, yani kayanin uzeridir
demekde olur. Yaklasik on metre karelik oturma alani var. Eskiden oturulacak
yerin etrafini tas duvarlarla örmüsler fakat su anda o eski duvarlardan eser
yok, hepsi yikilip gitmis. Evden Holik’a cikip arka cephesine baktiginizda
ucurum gibi, dere var. Holik’ta oturdugunuzda dört bir yaniniz acik, her
taraftan manzara izleme olanagina sahipsiniz. Ister Qendil’i, ister Çay’i,
ister Çamrek-Paga Sam’i isterseniz Hinî’yê Qero’yu veya Pauwko’yu o da
yetmedi Qurxut Baba’yi, Kemer ê Thêyro’yu, Gome Ismail Agay’i
izleyebilirsiniz. Yani Qulaniazi yönüne dogru dönerek tamamen özgür
bakislarla cevrenizi izleyebilir, manzaranin tadina varabilirsiniz. Eyfel’de
dahi bu kadar zengin bakis acilarina sahip olamazsiniz. Oysa burada 360
derece dönerek etrafinizi izleme olanagina sahipsiniz.
Holik’in diger bir özelligi ise su; tam tepesinde kurumus bir dardagan agaci
(dara tewe) vardir Holik’in. Dardagan agacinin kuruyan dallari kesilmis,
sadece kuru gövdesiyle duruyor. Köyün her tarafindan cep telefonlari
cekmiyor. Sadece belirli noktalara sinyaller geliyor ve bu sinyallerin
alindigi noktalara cep telefonlari birakiliyor. Gome’de de cep
telefonlarinin en güçlü sinyal aldigi nokta Holik’tir. Bundan dolayi
Holik’ta bulunan kurumus dardagan agacina, ortasindan kesilerek ikiye
ayrilmis olan 1 veya 2 litrelik plastik siseler (Cola-Fanta sisesi gibi)
asilmis, içine de cep telefonlari birakiliyor. Böylece cep telefonlari
düzenli sinyal alarak calisir vaziyettedir. Büyük sehirlerde telefon
kulübelerine gidip telefon eder gibi burada da Holik’a gidip telefon
görüsmesi yapiliyor.
Buradan manzara izlemenin tadina doyum olmuyor. Kamera ve fotograf makinasi
yanimizda oldugu icin bazen cekim yaparken bazende baska dostlarimiza sunmak
üzere fotograf karelerine düsürüyoruz doyumsuz manzaranin tadini. Gürül
gürül akan Peri Çayi’nin güzelligini izliyoruz Hinî yê Qero’dan Pulê Birê’ye,
oradan Sothe’ye dogru. Basliyorum etrafimda daire gibi dönerek dört bir yani
anlatip tanitmaya. Ha bu arada Ilgin’in keyfine diyecek yok. Çünkü kuzenleri
Elen, Melisa, Melina ve Tûçe yanlarindalar. Onlarla cok iyi anlastigi icin
yalniz degil artik.
...............................
Çamrek – Paga Sam
................................
“Bak Ersin, karsida gördügün aslinda bir köydür. Çamrek (Ilisu) Köyü. Çamrek,
çesitli nedenlerle bosalan köylerden biridir. Insanlar yasa(ya)madigi icin
evlerin hepsi yikilmis, viraneye dönerek köy olmaktan cikmis “Pag” halini
almis. Aslinda cok aci bir durumdur. Bir zamanlar onlarca ailenin, insanin
yasadigi civil civil köylerden biriydi. Ama su anda yabanil hayvanlarin
disinda ugrayan yok. Büyük bir sessizligin altinda kamburu cikmis Çamrek’in.
Çamrek’in üst tarafinda, tam su karsimizdaki dagin basinda ise Paga Sam
vardir. Eskiden orada Sa Hêyder Amca (Sah Haydar Taydas) yasiyordu ailesiyle
birlikte. Onlar da terk ettiler o güzelim mekanlari. Aslinda en güzel
yerlesim alani Sa Hêyder Amcalarin kömüdür. Her tarafa ‘kus bakisi’ bakar.
Bu tarafa inse Karakocan’a, arka tarafta inse Nazimiye’ye gidebilir. O
daglarin kartaliydi Sa Hêyder Amca. Nedense her hatirladigimda ; bir eliyle
katirinin yularini tutmus, diger eliylede avucunun icini burnuna dayayarak
tatli tatli ovan hareketi gelir aklima. Çok sevip saygi duydugum, degerli
bir büyügümüzdür Sa Hêyder Amcamiz. Ne yazikki O da bir cogumuz gibi oralari
terk edip gitmek zorunda kaldi o güzelim diyarlari. Fazla sayida hayvan
besliyordu. Çökelik ve yagini Elazig’a satmaya götürdügünde, su karsidan
katirla Çamrek’ten iner asma köprüden gecerek Hîni yê Qero’ya getirir,
buradan da kamyonla Elazig’a götürürdü katigini (yag-cökelek). Sa Hêyder
Amca’nin katigi bütün Çamrekliler’inkinden daha da fazlaydi. Bu asagida
Çay’in kenarinda gördügün sey bizim asma köprümüzdü. Ama askerler daha sonra
karsidan bu tarafa ulasimi kesmek icin bu köprümüzü keserek, bombalarla imha
etmisler. Ne yazikki köyümüz su anda bir asma köprüden yoksundur. Köprünün
hemen üst tarafindaki kayaliklara “Ser Tapo” deniyor.
Köprünün bu tarafi Hîni yê Qero’dur. Su gözüken ve henüz yikilmamis olan ev
ise Hasan Yalcinkaya Amcalarindir (Ap Hesen ê Xormecik). Su tarafa daha
asagiya baktigimizda Cay’in gözüktügü yere (caddenin oldugu yer) Sothe
diyoruz. Sothe’nin üst ve ilerisindeki bos araziye ise “Qulaniazi” diyoruz.
Buradaki tarlalarin yanilmiyorsam hepsi Gulan Mezramizda oturan
köylülerimizindir. Biraz daha bu tarafi Hîni yê Sêymamud’dur. Orasi genelde
hayvanlarimizin dinlenme tesisiydi (“megel” diyoruz bu olaya). Hîni yê
Sêymamud’un biraz daha üst tarafinda yine ekilebilir araziler (Mama Çelebi)
var. Bu arazilerde Gulanli köylülerimizindir büyük kismi. Daha da yukarida
ve en sonda gözüken kayalik yer bizim ziyaretimizdir. Orasi da “Qurxut
Bawa”dir. Bunun tarihteki Korkut Baba ile iliskisi varmidir onu ben
bilmiyorum. Bize göre biraz daha sol taraftaki kayaliklara ise “Kemer ê
Thêyro” diyoruz. Yani “Kartal Kayalari” deniyor. Kemer ê Thêyro’nun önünde
bulunan ormanlik alana ise “Qendil” diyoruz.
...........................................
Asker Qendil’i Iki Kez Yakmis
...........................................
Devletimiz Qendil ormanlarimizi iki kez havadan helikopterler araciligiyla
yakmis fakat her iki girisimide doga gücleri tarafindan bosa cikarilarak
ormanimiz yanmaktan kurtulmus. Daha anlasilmasi icin söyle söyleyeyim; Ilk
yakildigindan kisa zaman sonra yagmur yagarak yakilan ormanin sönmesine
neden oluyor. Sanirim ikinci girisimde ayni akibetle sonuclaniyor. Nedeni
bilinmez ama belkide Baba Mansur’un hismina ugramistir... olamaz mi? Yakma
nedeni suydu; “Teröristlerin(!?) yuvasi haline gelmis olan Qendil, onlarin
yuvasi olmaktan cikarilacak”. Evet neden bu.
Bak Kemer ê Thêyro ve Qurxut Bawa’nin arkasinda kalan kisma is “Gazê”
diyoruz. Orasi da cok güzeldir. Eskiden oraya yaylaya gidilirdi cok
kalabalik gruplarla.
Su daha soldaki arka daglarin arkasi Paslilar’in “Gazê”sidir. “Herkesin ayri
Gazê’si mi var?” diye soruyor Ersin. Baskalarin var mi bilmiyorum ama bizim
ve Paslilar’in ayri ayri Gazê’si var. Paslilar da kendi Gazê’lerine yaylaya
cikarlardi. Daha su asagiya dogru olan yerin ismi de “Gomê Ismail Agayî” dir.
Daha asagisi “Hêga yê Kel”dir. Ondan asagisi da bizim “Destê”mizdir. Bu
tepenin arka tarafi ise bizim evlerdir yani Pemelig. Oraya sonra gidecegiz.
Su karsi tarafimiz “Pawko” ismiyle aniliyor. Eskiden burayada yaylaya
gelirmisiz” diyorum Ersin’e.
Yine gözlerimiz asagiya Cay’a dogru kayiyor. Daglarin, vadilerin ve
ormanlarin arasindan yilan egrisi gibi kivrilarakakan, mavi ile yesilin
sevistigi renk cümbüsüyle, sariltili ve hiddetli akisiyla, insanin ic
dünyasini farkli bir huzura eristiriyor Peri Cayi... O bize hasret biz O’na
tutkun gibiyiz. Her ne kadar yapilan barajlarla akisinin özgürlügü
engellenmeye calisilsada, aktiginda özgürlügün tadini cikarircasina cilginca
akiyor Peri Cayi. Bu akiskanligi izlerken cagriliyoruz Imam Amcalarin
kapisinin önünden;
“Cabuk gelin Pemelig’e gidiyoruz!” diyorlar. Zamanla yarisircasina hareket
ediyoruz zaten. Biz daha “geliyoruz” demeden yola koyuluyorlar bizimkiler.
Bizlerde yola cikanlari takip etmek icin Holik’i su anlik terk ediyoruz.
....................
Pauwko’dayiz
....................
Cesmeye dogru inerken, cesme taslarinin henüz yikilmadigini görünce
sevindim. Cesmenin karsi tarafinda üzerinde ‘at nali’na benzer bir isaretin
oldugu kayayi göstererek “su karsidaki kayanin yanindan gecerken kayayi
öperdik ‘ziyaret’tir diye. Üzerinde ‘ninga Dundul’e’ dedigimiz bir isaret
vardir” diyorum ve dereyi gecerek bizim tarladan yukariya, Pauwko’ya dogru
yürüyoruz. Fakat tarlada oldukca yogun bicimde sari cicekleri olan ‘diken’
var. Bacaklarimiza battigi icin yürümekte zorlaniyoruz. Bir cogumuz sort
giymisiz (basta ben olmak üzere). Gerci ben köye gelmis olmanin verdigi
heyecanla dikenlerin bacaklarima batmasini fark etmiyorum bile. Rahatsiz
olanlar basta bu ortami yeni soluyan; esim, kizim ve yegenlerimdir. Bütün
zorluklara ragmen azimle yol aliyoruz. Hem yilanlara karsi kendini korumak
hemde yürüyüslerini kolaylastirmak icin bir cogu elinde sopa ile yürüyorlar.
Özellikle yaslilarimiz; babam, annem ve yengem sopalarina dayanarak
yürüyorlar. Pauwko’nun tepesine ciktigimizda sag taraftaki Hasan
Yalcinkaya’larin (Ap Hesen ê Xormecik) ahirina dogru baktim. Kimsesizlik,
bakimsizlik ve terkedilmislik bu axurun (ahir) yikilmasina sebep olmus.
Biraz daha ilerlerken, bir kaplumbaga bizi karsilamaya gelmis gibi
yürüdügümüz yoldan bize dogru geliyordu. “Cocuklar kaplumbagaya bakin!”
dedigimde hepsi birdek kosarak geldiler. Bu gürültüyle ve insn kalabaligiyla
ilk defa karsilasan kaplumbaga, kafasini ve ayaklarini kabugunun icine dogru
cekti. Cocuklar; “biraz sevebilir miyiz?” diye sordular. Hayatinda ilk kez
kaplumbaga görenler bile vardi. “Elinizle oksayip sevebilirsiniz” dedim. Bu
görüntüyü kacirmamak icin cikardim kamerayi, basladim cekmeye cocuklarin
kaplumbagayi sevmelerini. Durumdan rahatsizlanan kaplumbaga kafasini
cikararak , once sagi solu kontrol etti, sonra saskin ve telasli bicimde
ayaklarinida cikararak calilarin arasina dogru yürümeye basladi.
Annem elini sagimizdaki tas yiginlarina uzatarak “Mistafa ê ma na waro de
amê dînna” (bizim Mustafa bu yaylalarda dogdu) diyordu. Bir zamanlar
bizimkiler Pauwko’ya yaylaya gelirlermis. Son zamanlarda yaylalara cikma
kültürü ortadan kalktmisti. Adile; “ma vêyvê, Hêyder kotî amê dînna?” diye
sorunca anneme “Hêyder dewe de, cê de amê dînna” (Haydar köyde, evde dünyaya
geldi) diye cevap verdi annem. Sohbet devam ederken Destê’ye dogru
yürüyoruz, bir taraftanda elimden geldigince hem fotograf cekmeye hemde
kamera cekimi yapmaya calisiyorum. Tabi bunlari yaparken cok saglikli
yapabildigimi söyleyemem cünkü insanlar ha bire yürüyorlar ve aralarindaki
mesafe acilmaya basliyor. Camrekli Ap Ali Bawa amcalarin Destê’sine girerken
önce Ap Ali Bawa amcanin mezari gözüme carpiyor. Biraz daha yanastim mezara
dogru, önce Ger Köyü’nü gördüm. Biraz daha yanasinca görmeye hasret kaldigim
yerle karsi karsiya geldim.
......................
Iste Pemelig...
.....................
Gökyüzünün denizle, sazin sözle, isigin atesle, sevdanin askla, karanligin
aydinlikla bulustugu noktadayim. Karsi karsiyayim özlemin, hasretin, hüznün
ketumlandigi efsunlu topraklarla. Nefesim kesik kesik yaklasarak diyara
“Ersin gel, bak” diyorum esime. Elimde kamera cekim yapmaya calisiyorum. “Su
ortadaki yikilan ev bizim. Soldaki aslinda yikilmis ev de amcam Hasan
Hüseyin’lerindir. Bizim evin saginda ayakta kalan (yikilmamis) ev ise Ap Ali
Yalçinkaya’larin (Ap Ali’yê Xormeçik), yani Kazim abilerin. Bu evde
yasayanlar var birazdan gidip görecegiz” diyorum esim ve kizima.
Fakat icim agir bir depresyonda, yikilmis “Pag” haline gelmis evlerimiz
karsisinda bütün bünyem depremler, zelzeleler geciriyor, icimin diregi
yikiliyor. Çaresiz bakislarla kivraniyorum yikintilar karsisinda. Bir seyler
dügümleniyor bogazimda, icime koca bir tas oturmus gibi agirlasiyorum...
Ellerim kamera cekimi yapamiyor. “Al kizim sen cek” diyorum. Soldaki
yamactan bir kac adim atarak asagi dogru iniyor, dikenlerin arasinda uygun
bir yer bularak cöküyorum. Peri Çayi’ni ve civarlarini izlemeye koyularak
fotograf makinasini alip cekmeye calisiyorum. Muhtesem bir manzara var
karsimda fakat bu manzaranin tadini cikaracak durumda degilim cünkü
saskinligim, soke halim ve karmakarisik hale gelen duygularimdan dolayi ne
yaptigimin cok da farkinda degilim. Fotograf makinasiyla fotograf cekecegime,
meger dakikalarca kamera cekimi yapar gibi bakmisim etrafa ve fotograf
cekmemisim. Tepeye geri dönerken Ali de yanindakilere bir seyler anlatiyordu.
“Ali, simdi anlat” diyorum yine fotograf makinasini kameraymis gibi
kullanarak. Birden Ali durumu fark ediyor. “Ya ben niye anlatiyorum ki senin
elindeki fotograf makinasidir kamera degil” deyince ben fark ediyorum
birden.
“Bak kizim, ben su anda yikilmis olan bu evimizde dogdum. Bizde öyle
hastanelerde dogan kimse yoktu. Gerci simdi bir cok sey degismis artik,
cocuklar hastanelerde doguyorlar sanirim”. Ali de diger taraftan bir seyler
anlatmaya calisiyor. Sürekli anlatarak cocuklara tanitmaya calisiyoruz
köyümüzü, gecmisimizi, tarihimizi. Çocuklarada ilginc geliyor böylesine
sehir merkezlerinden uzak, alis-veriz merkezleri ve dükkanlarin olmadigi ve
vahsi bir doga icindeki yasam bicimimiz. Anlatimlarimiz devam ederken “hadi
acele edin, digerleri gittiler” deniyor. Babam, annem ve yengem bizim
Destê’ye dogru yol almis gözden kaybolacaklar neredeyse. Bizde “tamam” deyip
hizlanarak yürüyoruz.
Bizim Destê’nin tepesinden bir kez daha bakiyoruz evlerimize dogru, ayni
burukluk ve ayni hezeyanla. Durdugumuz yer Hinî yê Serên’in (Yukari Çesme)
üst tarafindaki kayaliklardan bakiyoruz asagi dogru. Tam önümüzde Dar a Jare
(Ziyaret Agaci) var. Koskocaman ihtiyar cüssesiyle, bütün terk
edilmisliklere ve zorluklara ragmen dimdik duruyor. Kuruyan ve kirilarak
düsen dallari duruyor altinda. Bir kez daha sag elimizin isaret parmagini
bogum yerinden bükerek öpüp alnimiza degdiriyoruz.
Aslinda köyümüz inanclar merkezidir. Nereye giderseniz, hangi yöne
bakarsaniz mutlaka bir tane ziyaret, kutsal yer vardir. Dersim veya Bölgemiz
inanclarindan biri de “agac inanci”dir. Dersimde hangi köye bakarsaniz bakin
mutlaka yakininda bir orman korulugu, orman kümesi veya heybetli bir agac
ziyaret (kutsal) olarak kabul edilmistir. Bu kutsal kabul edilen agac veya
korulugun dallari kesinlikle kesilmez ve odunlari asla yakilmaz, günah
sayilir. Bundandirki bizim ziyaret agacimizin kirilarak altina düsmüs olan
dallari da oldugu gibi duruyorlar. Buradanda cesitli görüntüler alarak Çola
Destê’ye dogru gidiyoruz.
..................
Çola Destê
ALI HAYDAR UMUT
-Devam edecek-
17.09.2007
|
YILLAR SONRA KÖY VE 1. YAZ SENLIGI’MIZE ILISKIN IZLENIMLERIM
- 3. BÖLÜM
...........................................
Gordan Görünmeye Basladi
...........................................
Gordan gözüme ilistigi ilk anda, davulun tokmagiyla davula hizla
vurulmasiyla cikan ses cikti icimde “gümmm!” diye. Kalp atislarimin ve kan
dolasimimin hizlandigini hissettim. Peri Cayi’nin görkemli akisini izlemeyi
birakmis, gözlerimi Gordan’a kilitlemistim iradem disi ani bir refleksle.
Gordan’a gittikce yaklasan dolmusun hizina ayarlayamamistim seyir ve
algilarimi. Oysa dolmusun saatte yaptigi hiz 20-30 km civarindaydi. Dolmusun
hislerimden hizli hareket etmesi bakislarimin donakalmasina neden oluyordu
bazen. Yolun solunda kalan ve yeni yapildigi belli olan Haydar Önal’in evi
oldukca heybetli ve modern duruyor eski köy evlerine oranla. Gordan
Cesmesi’ne vardigimizda hangi yöne bakacagimi sasirdim. Sol taraftaki Memik
Amca’larin evine ve sag tarafta kalan Sait Amca’larin evlerine kafami seri
bicimde cevirerek bakabildim. O sicak havada disarida kimseler yoktu ama ben
saskinligimi ve heyecanimi henüz yenebilmis degildim. Yine yolun solundaki
Mehmet Ali Meric amcalarin evi de güzelligiyle göz kamastirarak ‘bana
bakin!’ diyor. Yirmi metre ileride yolun sag kenarindaki agacin altina
bakiyorum nedense. “Kimse yok” diyorum icimden. Oysa yillar önce Ap Ali
Önal’in duymayan kulaklari, görmeyen gözleri, konusmayan dili ve parildayan
bembeyaz sakaliyla mekan tuttugu yerdi bu agacin alti. Ap Ali’nin cemalini
görememem de üzüntülerim arasindaki yerini aliyordu.
Orta Köy’ün ilk tümsek duragina vardigimizda yolun sag tarafinda biri henüz
insaat halinde iki ev yapilmis. Insaat halindeki evin betonlari atilmis,
beton kaliplari henüz sökülmemis. Diger evde ise insanlar ikamet ediyorlardi.
Insaati devam eden evin Ap Süleymen Günseli’lere ait oldugunu sonradan
ögrendim. Orta Köy Cesmesi’nin bulundugu yerde, dut agaclarinin altinda bir
gün sonra baslayacak olan “köy senligi” icin mavi brandalar acilmisti. Fakat
ortalikta kimse gözükmüyordu. Köy Okulu’nun bulundugu ara yola, cesmeye
kadar gittigi belli olan yola cakildan kum dökülmüs, arabalarin daha rahat
cesmeye kadar gitmelerini saglamislardi. Ilk etapta Köy Okulu’nda ciddi bir
degisiklik gözüme carpmadi.
Burada da dolmustan inmeden yolumuza devam ettik. Okulu gectikten sonra
Gulan’a dogru baktim. Pek fazla bir sey göremedim ama Gulan deresini
gecerken; ‘nasil olsa gider dolasirim’ diye düsündüm. Sothe’ye varmadan
önce, yillardan beridir yolun kötü oldugu bir yeri vardi. Birazda heyelan
bölgesini andiriyor. Burasi daha ayni bozuk bicimiyle duruyor. Cünkü alt
zemin, kaya üzerine oturmus zannedersem. Dolayisiyla oranin düzelmesi
oldukca zordur. Aslinda sag taraftaki tümsekten toprak alinarak yol biraz
saga dogru kaydirilabilinir ve kayalik zeminden kurtulabilinir. Maalesef
bizim toplumumuz sürekli protez (gecici) iyilesmeler yaptiklari icin,
yapilan düzenlemelerin uzun erimli olmasi düsünülemez, beklenemez. Ne
yazikki bizlerde bu kötü kültürden muzdaripiz.
............................................
Pemelig Göz Kirpiyor Uzaktan
............................................
Sothe’ye girdigimizde karsidan; bütün hircinligiyla, agresifligiyle,
küskünlügüyle, özlem ve sevgisiyle, bêcareligiyle karisik göz yaslariyla
uzaktan bize göz kirpan Pemelig’i görüyoruz. Hemencecik de gözden irayarak
kayboluyor... göz göze gelmemek, duygularini ortaya sermemek, göz
yaslarimizi saklamak icindi belki bu kaybolus...terk etmenin verdigi
sucluluk psikolojisiyle önüme egiyorum kafami. Hînî yê Sêymamud’u gecerken
yönümü Camrek’e cevirerek seyretmeye, bakmaya calisiyorum. Üzüntülerime
hüzünler ekliyorum yeniden. Terk edilmisligin bir baska adidir Camrek.
Insansizligin resmi, terk edilmisligin cigligi...
Gome yol ayrimina geldigimizde babam: “Isterseniz bir kisim insin arabadan,
soför bizi evlerin oraya kadar götürsün” dedi. Minibüs durdu ve birkac kisi
indi arabada. Saga dogru döndük Imam Amca’lara gitmek üzere. Yollardan
kivrila kivrila, sarsila sarsila harmana variyoruz. Arabadan indigimizde her
tarafimiz toz toprak icinde kalmisti. Tozdan temizlenmek icin üstümüzü,
saclarimizi silkeleyip temizlemeye calisiyoruz ellerimizle.Köy Senligi
hazirligi icin dernek yönetiminden Ali Aktülün esi Kibar’la birlikte
hazirliklari yapmak üzere daha önceden köye gelmislerdi. Ali’nin yapmis
oldugu islerden biride köy yollarinin yapimiydi. Celekas’tan Gome’ye kadar
olan yolu greyderle temizleyip düzenleterek bazi yerlerede kum döktürmüstü.
(Muhtar’in katkilarinin olup olmadigini bilmiyorum ama mutlaka muhtarimiz
Mir Mahmut Sahin’in de katkilari olmustur bu calismalara). Dolayisiyla Imam
Amca’larin harmanina kadar olan bölüm düzenlenmisti.
.................................
Dile Döndü Göz Yaslari
.................................
Imam Anca’lara dogru yürümeye basliyorduk ki; karsidan bizim Ali’nin
cocuklari (Serdar, Elen, Melisa ve Melina) ile Asliye'nin kizi Tûce bize
dogru kosuyorlardi. Simsiki sarildik birbirimize. Yegenlerimle kucaklasip
hasret gideriyoruz ama benim en fazla merak ettigim kisi Gülizar yengeydi (Imam
Amca’nin esi). En önde babamla annem yüruyorlar, bizde hemen arkalarindan
takip ediyoruz kendilerini. Ali ile esi Mamure de geldiler bize dogru ve
sariliyoruz sirayla birbirimize. Arkalarinda Hasan var sonra Fadik abla ve
iste... görmeye hasret kaldigim Gülizar teyze geliyor. Oldukca kalabaligiz
ama ben genelde Gülizar yengeye bakiyorum. Özlem ve hasretiyle her gelene
olanca gücüyle sariliyor agliyor agliyor... Iste sarilma sirasi bana geldi.
Birbirimize sarilmisiz, basimi almis gögsünün arasina, hem agliyor hemde
heyecandan titriyor, göz yaslari dinmiyor. Bende bütün hasretimi, özlemimi o
ana kadar icime akitmistim. Artik vücudun kendisi bile bu ic aglamaya
dayanamadi. Kirpiklerimin arkasina hapsolmus gözyaslarim firari bir
haykirisla akti yanaklarimdan asagi. Kendimi daha fazla tutmanin anlami
yoktu bu duygu yogunlugunun karsisinda ve biraktim kendimi...sözün bittigi,
tükendigi, hükmünü yitirdigi andi. Hasret, umut, özlem, sevgi adina her sey
göz yasiyla ifade etmeye baslamis, diller susmus gözyaslari konusmaya
baslamisti. Kendimizi biraz toparlayip bir kac adim daha atiyoruz. Amcamin
kizlari Adile ve Asliye ilede sarilarak görüsüyoruz. Hasan Hüseyin Amcam ile
yengem Wakê (Vaki) de kapinin önüne yakin bir yerde karsiliyorlar bizi. Biz
ellerinden, Onlar da gözlerimizden öpüyorlar yine sarilarak.
Bende büyük bir saskinlik var. Daha köye geldigime inanamiyorum, rüya gibi
her sey. Kapinin önünde kürsülere oturup hal hatir soruyoruz. Biri “elinizi
yüzünüzü yikayin biraz kendinizze gelirsiniz” deyince yanimda oturan Gülizar
kirvam yasindan (71) umulmayan cevik bir hareketle yerinden firladi, kapinin
sag tarafina monte edilmis sartel gibi bir dügmeyi asagi dogru indiriyor
parmagiyla. Bu hareketle su motoru calisiyor ve yine sag tarafta asili duran
hortumdan soguk su bolca akmaya basliyor. “De bêrê dest rîyê xo bî suyê”
(hadi! elinizi yüzünüzü yikamay gelin!” dioyor Gülizar kirvam. Söylenenleri
yaptik ve biraz daha kendime geldigimi fark ettim. Insanlar sohbet etmemizi
bekliyorlar fakat ben etrafi süzmekle mesgulüm. Oturdugumuz betonun önünde
hic bir seyi umursamaz bir bicimde uzanmis yatiyor Comar (köpek).
“Kewray ma khe amêyme, nu kutîk ê sima thoy ni lowa?” (Kirvam biz
geldigimizde köpek bize havlamadi?) diye sorar gibi söyledim Gülizar kirvama.
“Nê nu kutîk ê ma xora ni loweno insoni, u têyna loweno hêywanê bîrri, zu ji
loweno eskero” (Yok yok bu bizim köpek insanlara havlamiyor, bir yabani
hayvanlara bir de askerlere havliyor) diye cevap veriyor. Aslinda bu da
ilginc bir durumdur. Cünkü Imam Amcalarin simdiye kadarki köpeklerinin hemen
hemen hepsi, insan ve hayvan ayrimi yapmaksizin hepsine havliyor ve
isiriyorlardi. Ondan dolayi Gome’ye her gelisimizde karsidaki tepeden ilk
önce “kewraaa! Köpege sahip cikin biz geliyoruz!” diye bagirmak zorunda
kaliyorduk.
......................................
Yorgunlugun Dermani Cay
......................................
Ocakta cay hazirdi. Ocak dedigim ‘lozing’dir, ateste kaynayan caydir tüpte
degil. Ateste pisen cayin tadini icmeyenler bilmezler ama zaten ates cayinin
lezzeti ortadadir. Cay hazirdi dedim, zaten farkli bir seyde beklenemezdi,
zira Imam Amcalarin ocaginda cay suyu sürekli kaynardi ve her an cay
icilmeye hazir durumdaydi. Köylerde cay cok tüketilirdi. Ayni sey hâlâ devam
ediyor. Bir taraftan caylarimizi icerken bir yandan sohbetimiz baslamisti.
Sohbet ederken dahi gözlerim sürekli cevreyi gözlemlemekle mesguldü. Evin
karsisindaki gor (agil) aynen duruyordu. “Fadik abla, bu eski gor mudur
yoksa yeni mi yapildi?” diye sordum. “Bilmiyorum ama galiba Hüseyin yeniden
yapmistir. Yoksa bu kadar yil bu ceperin ayakta kalmasi olanaksiz” diye
cevap veriyor. Tuvalet aynen duruyor, yikilmamis yani. Kapinin önündeki
derenin kenarinda koca bir meyve bahcesi vardi ama bahce adina hic bir sey
kalmamis. Meyve bahcelerinin hepsi kurumus ve kesmek zorunda kalmislar. Yine
bahcenin icinde o zamanlar yeni yapilan üstü kapali bir banyo yapilmisti.
Maalesef o da yikilmis, harabe duvar taslarinin disinda banyodan geriye hic
bir eser kalmamis.
...........................................
Paris’in Eyfel’i, Gome’nin Holik’i
ALI HAYDAR UMUT
-Devam edecek-
08.09.2007 |
YILLAR SONRA KÖY VE 1. YAZ SENLIGI’MIZE ILISKIN IZLENIMLERIM–2.BÖLÜM
ALI HAYDAR UMUT
..............................
Yatili Bölge Okulu
..............................
Kovancilar’i gecerken Tunceli yol ayrimini gösteriyorum Ersin’le Ilgin’a.
Yol Cati’yida gectikten sonra Karakocan ve Yatili Okul heyecani basiyor
beni. “Bakin!” dedim. Su soldaki tel örgülerle cevrili olan Yatili Bölge
Okulu’dur. Sekiz sene okudum bu okulda. “Vay beee!?...ne hale gelmis koca
okul...harap olup viraneye dönmüs, paslanmis, boyalari ve sivalari dökülmüs,
cöküntü icinde her taraf. Issiz ve insansiz...” Bu halini görünce hem
üzülüyorum hemde bir taraftan anlatmaya calisiyorum; “sunlar
dersliklerimizdi, siniflarimiz, burasi giris kismi, iste su üc bina erkekler
yatakhaneleri, arkadaki iki bina ise kizlar yatakhaneleri, revir ve
yemekehane...” diye tarif etmeye calisiyorum ama oldukca hüzünlüyüm. Minibüs
okulun solundan, tel örgülerin bittigi yerden sola dogru sanirim yeni
yapilmis olan yola giriyor. Anlatimim bundan kaynakli biraz daha uzuyor. Hic
bir tadilat yapilmamis. Okul oldukca ihtiyarlamis, kendisine ve dogasina
küsmüs bir vaziyette emekliye ayrilmis gibi duruyor. Sonradan duyduguma göre
Kalecik tarafinda yeni bir Yatili Okul yapiliyormus. Ondan dolayi eski okul
restore edilmemis. Kolay degil, 8 yillik bir tarihim, gecmisim,
paylasmisligim, anilarim var orada. Ister istemez sekiz yilinizi
paylastiginiz arkadaslariniz geliyor akliniza. Okulda yasadigimiz extrem
dönemler film seridi gibi geciyor gözlerimin önünden. Isgaller, boykotlar
gibi... Etrafi tanimakta zorlaniyorum. Bombos olan araziler ev ve
apartmanlarla dolmus durumda. Sadece yönlerle tanimaya, tanidik buldugum
eski yapilarla tahmin etmeye calisiyorum. O anda “" Soför bey biraz
bekleyebilir misin? Su Yatili Okulu dolasip gelelim!” diye düsünüyorum kendi
kendime. Bununda zamansizliktan kaynakli olanaksiz oldugunu bildigimden
icime gömüyorum bu istegimi. Yatili okullar bir de asimilasyon
politikalarinin uygulama merkezleri olarakda kullaniliyordu. Sadece bir
örnekle gecmek istiyorum. Yatili okula baslayanlarin kendi ana dillerini
konusmalari yasaklanmisti. Hüsniye ablamlarda yatili okulda okudular. Ben
henüz okula baslamadan Hüsniye ablamlar 15 tatilde (sömestri) eve
geldiklerinde bizim dili konusmuyorlardi. Bu durumu gören annem (o
zamanlarda henüz Türkce bilmiyordu) aglamaya basladi. “Ben kizimi
anlamiyorum. Bu kiz niye bizim dili konusmuyor?” "Wiiii! Na cêna mi re sê
biyo, na qey zonê ma qesê ni kena!?..." diyordu. Sonra durum anlasildiki
okulda kendi dillerini konusmalarini yasaklamislar. Dolayisiyla Onlar’da
kendi dillerini konusmuyorlardi. Pas (Akkus) Köyü’nden Memik Amca’nin oglu
Hüseyin de ayni durumdan kaynakli konusmuyordu ve Paslilar Hüseyin’e “Wusê
Tîrk (Türk Hüseyin)” lakabini takmislardi. Hüseyin ise bir baska yatili
okulda okuyordu.
Aslinda Yatili okulla ilgili bircok anim var ama uzatmamak adina simdi
yazmak istemiyorum konumuz farkli oldugundan. Yoksa bitlenmis halimden
baslar yiyeceklerimizin (meyve-sebze-cerez) kapisilmasiyla devam ederdim. Bu
konuya burada nokta koyalim.
.............................................
Karakocan Carsi Merkezindeyiz
.............................................
Garajlardan gecerek carsi merkezine giriyoruz. Belediye’nin yakininda
duruyor minibüs. Indik. Sirt cantamida attim sirtima, ilerliyoruz saskin
saskin bakislarimla etrafi süzerek. Cay Parki’nin solundan ilerliyoruz yeni
yapilmis olan saat kulesine dogru.
Etrafta koca koca binalar, vitrinler, insan kalabaligi, arabalar, ticari
taksiler, gelisi güzel park ederek trafigi tikayan cesitli marka ve tipte
araclar, hic dikkatimi cekmeyen ve trafik isaretlerine rastlamadigim
caddeler, sokaklar, cocuklar, gencler, yaslilar, alis verise gelmis
köylüler, eski Han Cesmesi’nin hemen yapilmis kocaman bir camii, eskiden
Musa Celikkol’un (Berber) dükkaninin karsisindaki yere yapilan kocaman bir
döner kavsak (daire).
Eskiden carsi sadece bir caddeden olusuyordu. Simdi ise sokaklarin hepsi
carsi (alis veris yapilan dükkanlar) merkezi olmus. Alis-veris merkezi
oldukca genislemis. Ben Karakocan’i Karakocan olarak degil, Karakocan’i
Elazig olarak gördüm. Karakocan’i terk ettigimde yanilmiyorsam nüfus 5.550
civarinda iken simdiki nüfus tabelasinda 24.000 yaziyor. Sirf bu rakamlara
bakilarak dahi bir seyler tahmin etmek mümkündür.
Xarigli Haydar Gülüm’ün dükkanina vardik. Haydar Abi’yle kucaklasip
merhabalastik. Dükkanin yeri degismesine ragmen anlayislarin ayni kaldigini
gözlemledim. Yani dükkanin dizaynindan oturulacak yerine, alis-veris
bicimine kadar ayni seyler ayni bicimiyle devam ediyor. Bu durum elbetteki
insanlarin daha serbest hareket etmesini sagliyor. Cekinceleri ortadan
kaldirarak karsilikli samimi ve güven ortaminin yaratilmasina vesile oluyor.
Haydar Abinin yasaminda (fiziksel) hic bir degisikligin olmadigina hayret
ettim. “Haydar Abi senin kelime dagarciginda ‘yaslanmak’denen bir sey yok
galiba, hep uzak durmussun bu kelimeden?” diye sordum. (Gülüyor). Cok mesgul
oldugundan, gözlüklerinin üzerinden bakarak; “Bakma öyle durduguma, cok
yiprandim Haydarcigim” diyor. Hemen yani basinda PAS Köyü’nden Ibrahim
Akyol’a (annemin dayisi) ilisti gözüm. “Ma ve xer di Xalo!” dedim. Sac,
sakal ve biyiklari bembeyaz olmus Ibrahim Dayi’nin. Kaslari bile beyazlamis.
Bu beyazligin altinda yatan bircok neden vardir; yokluk, yoksulluk, cile,
zorlu yasam kosullari, cesitli derecede ve siddettebaskilar agartmis bu sac,
sakal ve kaslari.
Kapinin önünde bir dolmus duruyor. Ha bire birseyler yükleniyor. Hummali bir
calismadir sürüyor. Haydar Gülüm’e “Köye nasil, neyle gidecegiz?” diye
sordum. “Niye, bu dolmusta yer yok mu? Sizide götürsün!” diyor. Soförle
konusup anlastik. “Sizi burada birakacak halimiz yok. Mecburen götürecegiz”
diyor.
Ayrica köylülerimizin genel olarak ugrak yeri olan, ismini hatirlayamadigim
bir kahvehaneyi (kiraathane) veya cayevini anmadan gecemeyecem. Zeki
Dagdas’in dükkanina yakin bir yer. Disarida, duvarin kenarina mucur, cakil
döktürülmüs. Gölgelik olarak kullanilan büyükce semsiyelerin altinda,
kürsülere oturuluyor. Bu kürsülere (kürsüler de biraz daha modernize
edilerek dahada rahat oturulacak hale getirilmis) oturarak hem sohbetin
hemde cay icmenin zevkini yasadik sonraki günlerimizde.
......................................................
“Kendi Evinde Mülteci Olma Durumu”
......................................................
Karakocan tam bir ‘göcler diyari’, ‘ílticacilar, siginmacilar merkezi’
haline gelmis. Köyleri yakilip-yikilan, yalnizlas(tiril)anlar dahada batiya
gidemeyerek en yakindaki “Bati” olan Karakocan’a yerlesmek zorunda kalmislar.
Ellerindeki bütün varliklarini (hayvanlarini ve diger esyalarini) satip
buraya yerlesmisler. Fakat gelip yerlesenlerin Büyük bir cogunlugu issiz
kalmis. Is olanaklari oldukca zayif olan bir ilcedir Karakocan. Sanayi sifir.
Sadece tarim ve hayvanciliktir gecim kaynagi. Ayrica en önemli gelir
kaynaklarindan birini yurt disina verdigi göcten almaktadir. Hemen hemen her
aileden birileri yurt disinda yasamaktadir. Özellikle yazin yabanci plakali
arabalarin coklugu dikkatten kacmamaktadir. Yurtdisina göcün önemli bir
kismini Hollanda’ya vermektedir. Sadece Hollanda’da 10.000 (onbin)
Karakocanli’nin ikamet ettigi tespit edilmistir. Bu bile bir basina
Karakocan’in vehametini göstermesi acisindan önemli bir veridir. Belediye,
Adliye, Nüfus Idaresi gibi devlet dairelerinde is bulabilenler oldukca
sansli sayilmaktadirlar. Bir de elinde bir miktar parasi olupda bunu
degerlendirerek kücük capta da olsa yatirim yapabilenler (bakkal, internet
kafe, kafeterya gibi) kendilerini biraz sansli hissedebilmektedirler. Yogun
issizlik nedeniyle Karakocan’a ilk zorunlu göc edenler, is bulamamanin
verdigi ekonomik sikinti nedeniyle dahada batiya ( Adana, Mersin, Izmir,
Istanbul, Antalya, Bursa, Izmit vd.) göc etmek zorunda kaliyorlar. Yani
umuda giden yolculuktaki “kurtulus(?)” batida da bulunamamaktadir. Ayni
sikintilar oralarda da devam etmekte oldugu icin tek care; kendi köylerine
geri dönmelerinin yollarini aramak olmaktadir cogu icin. Ama bunun icin
mutlaka ortamin müsait olmasi gerekmektedir. Ne yazikki ortamin, kosullarin
tamamen buna müsait oldugunu söylemek mümkün degil, kismi zorunlu
iyilesmeler olmasina karsin. Cok garip bir ruh halidir “kendi ülkesinde
mülteci olma hali”.
Gecenlerde sevgili sanatci dostum Mikail Aslan’la sohbetimizin birinde “göc”
ve “sürgünler” üzerine yogunlasmistik. Dedim ki; “Mikail, ‘İnsan hep kendi
dogusunu özler, esmer yanını yine de gizler’ diye bir söz yazmissin. Nedir
bunun anlami?”. “Bak Ali Haydar” dedi. “Esmer yanı nedir, insanın
dogallıgıdır. İnsan hep kendi dogusunu özler derken, insan kendi dogusunu,
dogasını ve dogrusunu özler. Ama insan nedense yine de kendi dogasına
mesafeli duruyor, onun için “esmer yanını gizler” diyorum. Bir şekilde
hepimiz Doguluyuz ama herkes kendi dogusunu asagılar dikkat edin. Avrupa
Türkleri asagılar, Yunan Türkü asagılar, Türk Kürdü asagılar, Kürt Arabı
asagılar, Arap Hintliyi asagılar... İnsan hep kendi dogusunu özlüyor, cünkü
hepimizin cıkısı Orient. Primitif diyorlar ya, hepimizin cıkıs noktası odur,
hepimiz birdenbire apartmanlarda oturmadık, bu daglardan geliyoruz. İnsan bu
yanını özlüyor ama cagımızda sürekli kendi dogasıyla mücadele icinde. Ona da
erisemiyor.” Diye cevap veriyor. “Yine bununla baglantili olarak ‘Bedenim
Batı’ya gittikce ruhum Dogu’ya gitti’ diyorsun dedim. “Dogru. Aslinda söyle
söyleyebilirim: Ben aslında Dogu’yu da Batı’yı da insanlık degerlerinin
parcaları olarak görüyorum. Yogunlastıgım baglamda Batılıları söyle
cözümlüyorum; diyorum ki Batılılar kainatı cok merak etmisler, sürekli
yolculuk yapmıslar, aya, diger gezegenlere gitmisler, Amerika’yı
kesfetmişler. Ne var ne yok hepsini bulalım ve kontrolümüz altına alalım
diye. Öyle meraklı bir toplum ki sürekli inceliyor, arastırıyor, kesfediyor.
Ama o arada, o kadar dısarıda olurken kendi ic huzurunu unutmus. Sürekli
dısarıdadır, dısarıda kazanan, icinde kaybedendir Batılı. Simdi Dogu
toplumuna gelelim, Dogu toplumu da kendi daglarında, fazla dısarıya merak
salmamıstır, bana kimse karısmasın, ben buradan memnunum, bana dokunmayan
yılan bin yasasın... Bunlar da dısarıda kaybedip iceride kazananlardır.
Dogu’da ice dogru yolculuk, kainatla farklı bir bag var, daha huzurludur
Dogulu. İki toplumun birbirine ihtiyaci var daha bütünlüklü bir degere
ulasmalari icin.” diye yanitliyor.
.......................................
Dönerin Doyulmaz Lezzeti
.......................................
Bu arada babam Zelxiderli taliplerini cok seviyor.Zelxiderli Aziz Amca vardi.
Eskidende Karakocan’da dükkani vardi, dükkani hâlâ devam ediyormus. Babam
giderek adasi Aziz Amcayi bularak getirdi. Cok da tatli bir adam. Oldukca
itikatli ve sevecen birisi. Müthisde acikmisiz. Ersin’e Karakocan’in
dönerinin tadina doyum olmadigini eskiden söylemistim. Simdi tamda bunu
tatmanin sirasiydi. Lokantaya gittik. Dönerin bitmek üzere oldugunu gördük.
Ama yinede döner yemede israrli olduk. Yanisira adana kebapda aldik dönerin
az kalmasi nedeniyle. Etin lezzetine gercektende doyum olmuyordu. “Avrupa’da
et mi yoksa ot mu yemisiz?” sorusunu sordurtuyordu bu lezzet. Dönerimizin
yaninda ayranlarimizida yudumladiktan sonra dolmusa binmek üzere ayrildik
lokantadan.
Dolmus tika basa dolu. Neyseki careler tükenmiyordu bu türden durumlarda.
Minibüsün üstüde esyalarla dolu. Bizim oturacagimiz yerler ayarlandi soför
tarafindan. Bu arada dolmusun icinde Imam’la karsilastik. Eskiden tüccarlik
yapiyordu. Baba meslegini devralmisti. Lakaplar yazilmadanda bizim ora
insanlarini tanitma olanagi oldukca zordur, dardir. Gelde Imam’i tanit
simdi?... Eli sakat olan Ferhat Amcanin büyük oglu. Asagi Xarig’den. (eger
anlamayan olursa bana yazsin lakabiyla yazarim kendisine). Kipirdayamaz,
hareket edemez bir durumda oturtulduk. Dolmusumuz köye dogru harekete gecti.
.....................................................................
Dolmusa Binmis Köye Dogru Hareket Halindeyiz
.....................................................................
Eski Kigi Garaji’na dogru hareket ettik. Yeni yapilan ev ve binalarin
kalabaligindan yerleri birbirinden cokca ayirt edemiyorum. Sag tarafta kalan
Belediye Mezarligi’ni gectikten sonra saga dogru dönerek bir mahallenin
icine girerek daracik sokaklardan geciyoruz. “Nereye gidiyoruz böyle?” dedim
solumda oturan Imam’a. “Birazdan ana caddeye cikariz. Arabalarin üst bagaja
esya yükleyerek seyehat etmesi yasaktir” diyor. “Tamamda?...” derken soru
sormaktan vaz gectim ama, Imam benim durumu anlamadigimi hissettiginden
“Ileride ‘arama noktasi’ var. Orayi gectikten sonra asil yola gireriz” dedi.
Anladimki Karakocan’in cikisinda (sadece bizim köylere dogru) bir ‘jandarma
arama noktasi’ var.
Birazdan su akan dereyide gectik. Kisa bir süre sonra asil caddeye giris
yaptik. Bu yola girerken ‘arama noktasi’ni geride birakmistik. ‘Jandarma
arama noktasi’ni tam bizim köylere giden yol ile Can yolu kavsagina
kurmuslar. Böylece yer iki yöne giden yollar da kontrol altinda
tutulmaktadir. Daha sonraki günlerde bu ‘arama noktasi’ndan geciyoruz. Bu
gecis deneyim ve gözlemlerimi ileriki bölümlerde yazacam.
Köy yolu Cakan Köyü yol ayrimina kadar asfaltlanmis. Aslinda daha önceden bu
yol ayrimindan Celekas’a kadarki bölümü de asfaltlamislar fakat, agir is
makinalarinin yogun calismalari sonucu asfalt deforme olarak tamamen
bozulmus. Anlayacaginiz kücük araclarin güclükle hareket edebilecegi bir
hale gelmis.
Xormek’e girerken sag tarafta, restore edilerek catili hale getirilmis
evleri görünce sevindim. “Cok iyi ya! Insanlar ya terk etmemisler Xormek’i
veya geri dönmüsler” dedim kendi kendime. Yolun sag tarafinda kalan Imam
Piro’larin yikilmis evlerini hüzünle seyrederken, dere köprüsünü gectikten
sonra yolun sagindaki Imam Piro’larin yeni ev veya evlerini görüncede cok
sevindim. Evlerinin önündeki cicekli yesillikleri görünce “bravo vallahi, ne
kadarda sen sakrak hale getirerek düzenlemisler...” diye söylendim kendi
kendime.
......................
Celekas Baraji
......................
Xormek’i gecip Destê Asan’a girmeden önce sag tarafta ileride Bagin
Kalesi’ni gördüm. “Abooouw! Bu ne yaa!!...” diye sasirarak sordum Imam’a
elimle Bagin Kalesi’nin karsisinda yapilan betondan seti göstererek. Imam’in
“baraj yapiliyor” demesiyle karsida, ön tarafimizdan itibaren baslayan
Celekas Baraji’ni görünce saskinligim büsbütün artti. Kisa bir süre Imam’in
anlattiklarini bile duyamadim. Sadece duyabilecegim kadar “Mahvetmisleeer!...”
diyebildim. O anda sadece Pemelig geldi aklima, baskacada hic bir seyi
düsünmedim. Bu manzara karsisinda dünyasi yikiliyor insanin. Korkunc bir
durum.
Gördügüm ilk seti Karakocan’dan gelen Dilimili Deresi’nin Peri Suyu’yla
birlestigi yere yapmislardi. O seti yapmalarindaki amaci bilemiyorum. Belki
set (bent) bile degildi ama ben o anda öyle gördüm. Tam eski Celekas
Köprüsü’nün bulundugu yerde suyun önünü kapatmislar. Yani barajin ana
gövdesini oraya kurmuslar. Bir miktarda su birikmis, gölet haline gelmis.
Daha asagi tarafa, Destê Asan’in hizasinda bir köprü yapmislar gelis-gidisleri
saglamak icin. Yolun sag tarafindaki yamaci, tepeyi yok etmisler. Celekas
bakkali denen birsey yok. Hepsini kazmis alt-üst etmisler. Oradan gecerken
ve bu manzarayi izlerken insanin yüregi kan agliyor kan! Barajin insaasi
henüz devam ediyor. Ama baraj bitme asamasina getirilmis, yogun bir calisma
devam ediyor.
Bu manzarayi gördükten sonra barajlarin insan yasaminda ve doga üzerinde
yaratacagi tahribati dahada yakindan görüyor, yasiyorum. Bu manzarayi
görmeden önce Celekas (sanirim ismi Seyrantepe) Baraji ile ilgili (yapimina
iliskin) hic bir bilgiye sahip degildim. Bundan dolayi soke olmus, cok
üzülmüstüm. Bu duygularla terk ettik Celekas Bölgesini. Golek’in karsisina
varmadan önce yolun sag tarafinda bir tarla var. Her sene bu tarlanin oldugu
yere “aricilar” konaklamaya gelirlerdi. Maalesef bu kez aricilarida
göremedim. Bombos bir tarla sadece, anlamsiz anlamsiz bizi seyrediyor gibi
duruyor. Orayi gectikten sonra Peri Cayi’nin hosurtusu tirmalarken
kulagimizi karsimizda bize gülümseyen Golek’i görüyoruz. Yolun kenarina
birkac ufak kavak agaci gövdesi birakilmis. Sanirim Golek tarafindan
kesilerek sudan bu tarafa gecirilmis “bana dokunmayin, birazdan asil
sahiplerim gelip beni alacak” der gibi yolun kenarinda duruyorlardi.
ALI HAYDAR UMUT
-Devam edecek-
30.08.2007
|
YILLAR SONRA KÖY VE 1. YAZ SENLIGI’MIZE
ILISKIN IZLENIMLERIM – 1. BÖLÜM
ALI HAYDAR UMUT
......................................................
Izmir’den Elazig’a cileli yolculuk!
Pamuklu/ Seymamudan Köyümüze bir an once gitmenin heyecaniyla biletleri
almak icin Izmir otogarina gidiyorum. Karakocan’a kadar bir cok otobüs
firmasi gitmesine ragmen, gözlerim eskiden de oldugu gibi yine
“Tuncelililer” firmasini ariyor. Oysa Tuncelililer firmasinin otobüsleri
Karakocan’a kadar gitmiyor. Ama bizim bu isme olan bagimliligimiz, kosullar
ne kadar da zor olsa Onlar’la seyehat etmek istemimizin nedenidir galiba.
“Mümkünse Karakocan’a kadar yarin icin 6 kisilik bilet almak istiyorum”
“Saat kacta gideceksiniz?” diyor bilet gisesinde oturan, sac ve biyiklari
aklasmis, 50 yas üzerinde, göbegi cikmis biraz tiknazca beyefendi.
“Mümkün olan en erken saatte olsun lütfen” diyorum.
“Abi, yarin normal seferimizin disinda iki de ek sefer koyduk. 12’de kalkan
otobüsümüz tamamen dolu. 14’te kalkan otobüsümüzde ise iki kisilik yerimiz
var. Size 16’dea kalkan otobüsümüzde yer ayiralim. Otobüsümüz oldukca rahat,
konforlu ve 2007 modeldir, rahat bir yolculuk yaparsiniz.”deyince “Tamam”
diyor, otobüs Elazig’a kadar gittigi icin Elazig’a 6 kisilik bileti alip
ayriliyoruz garajdan.
.............................
Kisa Bir Kriz Ani
Otobüsün kalkmasina az bir zaman kala garaja variyoruz. Hizla giseye gelerek
bilette degisiklik yapiyorum. ( Yegenim Ezgi’nin –Hüsniye ablamin kizi-
rahatsizligi nedeniyle Sebahat ablam köye gelmekten vazgecti. Bu durumu
aksamdan Tuncelililer firmasini arayarak bildirmistik). Bagajlari vermek
icin otobüsün kalkacagi perona geldik. Gözlerim sürekli üzerinde
“Tuncelililer” yazan ve lüks bir otobüs ariyor.
Baktim arkamdan biri “kirvaa!’’ diye bagiriyor. Kafami dönüp baktigimda,
bizi yolculamaya gelen kirvam Hüseyin Altin’i gördüm. “Sen ne ariyorsun
kirva? Otobüsünüz budur” deyince üzerinde “Can Batman Baris” yazili otobüse
biraz da sasirarak baktim. “Neyse!” diyerek kafami salladim ve bagaji
verdim. Kirvam Hüseyin’e “hosca kal” diyerek hemen gidip otobüsteki
yerlerimize bindik. Fakat otobüsün ici cok kötü kokuyor. Koltuklar arkaya
dogru yatmiyor. “Garrr gurrr” diye calisan ve oldukca rahatsizlik veren bir
klima. Hava da oldukca sicak 40 derecenin cok üzerinde. Kizim ve esimin de
bu durumdan hosnutsuz olmasi nedeniyle hemen asagi indim. Hizla bileti satin
aldigim tiknazca adamin yanina vardim. Hüseyin kirvamla beraber otobüsün tam
önünde ayakta durmus sohbet ediyorlardi.
“Kardesim beni ne hakla kandiriyorsun!? Hani otobüs lükstü? Hani 2007
modeldi? Hani rahat bir yolculuk yapacaktik? Bana niye yalan söyleme
ihtiyaci duydun? Sana güvendigimiz icin gözümüz kapali gelip bilet aldik,
baskada hic bir firmaya sorma ihtiyaci duymadik. Üstelik erken gitmek
isterkengec kalkmaniza ragmen firmanizla yolculuk yapmak istedik. Karsiligi
bu mu? Kendinizden utanmalisiniz! Daha önce cenazemizi bile götürmemenize
ragmen ( Amcam Kazim Mansuroglu’nun cenazesinide Tuncelililer firmasi
“Cenaze icin verecek arabamiz yok” diyerek bu istek geri cevrilerek hicbir
yardimda bulunulmuyor) yine sizleri af ederek sizinle yolculuk yapmak
istedik. Biraz dürüst olmalisiniz dürüst! Yalan söyleyerek Tuncelililer’in
ismini karalamayada asla hakkiniz yok!” dedim. Bu arada kirvam da beni
teskin etmeye calisiyordu. Ben adama bunlari söylerken, O, benden yüzünü
kacirmaya calisarak baska yerlere bakmaya calisiyor. Adamin yüzü bile
kizarmiyor ya! Özür dileme ihtiyaci bile duymuyor. Arkama dahi bakmadan
gidip otobüse biniyorum kirvama el sallayarak. Yolculugumuza cok gergin bir
vaziyette basliyoruz.
Yolculuk basliyor
Otobüsümüz garajdan cikmak üzere hareket ediyor.
Babamla annem 1 ve 2 numarali koltuklarda oturuyorlar. Ben, esim ve kizimla
30,31 ve 32 numarali koltuklarda oturuyoruz. Arka taraflardayiz. Klimanin
rahatsiz eden sesi tamda yanimizda cereyan ettigi icin bir süre sonra
kulaklarimizin guruldamasina neden oluyor. Ilk molamizi Ula ilcesi
yakinlarinda veriyoruz.
Konya yakinlarina vardigimizda burnumuza yanik kokusu gelmeye basliyor. Önce
sandim sadece bana geliyor bu yanik kablo kokusu. Sonra Ersin ve digerleride
“yanik kokusu geliyor” deyince yerimden kalkarak soförün yanina gittim.
Yedek soförle muavin de oturuyorlardi soförün yaninda. “Arka tarafta yanik
kokusu var. Birseyler yaniyor galiba. Bir an önce kontrol edin” dedim ve
muavinde benimle arkaya dogru geldi. “Abi bu koku disaridan geliyor” dedi.
“Pek disaridan geliyor gibi degil” dedik. Birbirimizi ikna edemedik ve
muavin tekrar öne dogru ilerleyerek gitti.
.....................................
“Kardesim Araba Yanacak!”
..........................................
Konya’yi biraz gecmistik ki, artan yanik kablo kokusu genzimizi yakmaya
basladi. Bu ara homurtular dayavas yavas yükselmeye baslamisti. “Kardesim!
Cekin su arabayi kenara ve kontrol edin. Bizi mi öldüreceksiniz? Arabada
birseyler yaniyor anlamiyor musunuz? Hemen durun, biz inecegiz” dedim. Soför
cekti arabayi kenara. Ciktik disari hepimiz.Otobüsün arkasindaki motor
kapisini acmislardi. Yanastim yanlarina dogru. “Nesi varmis, nerden
geliyormus bu koku?” diye sordum. “Abi dört klima motorundan biri yanmis.
Koku oradan geliyor.” “Simdi ne olacak?” diye sordum. “Yeni taktirdik. Nasil
oldu anlayamadim. Yarin tamir ederiz. Yola devam edecegiz” diyor soför.
Caresiz yine otobüse binerek devam ediyoruz yolumuza. Hava aksam olmasina
ragmen oldukca sicak. Klimasiz yola devam etmek oldukca sorunlu. Klimalar
acilinca koku geliyor, kapatilincada sicaktan dayanilmiyor. Epey bir süre
klimalar bir acilip bir kapatilarak idare edilmeye calisiliyor. Muavin
yanimiza gelerek “En yakin yerde aktarma yapacagiz” diyor. Bu söylemi biraz
rahatlatsada bizi, öyle kisa zamanda aktarma olamiyoruz.
.........................................................
Duygularimin Degistigi Sinir (Bölge)
..........................................................
Köyedogru yaptigim her yolculukta, Gürün sinirlarina girince cok farkli
duygular kapliyor icimi. Bunun nedenini cok iyi bilemesem de ayni heyecan
yine sariyor beni.Verdigimiz molada birseyler atistiriyoruz.Her yolculugunda
kendine Göre zevkleri vardir. Yolculuk yapmayi cok seviyor(d)um. Özellikle
en ön koltuklarin birinde oturarak manzara seyretmeyi müthis seviyor, bu
durumdan zevk aliyordum. Ne yazikki bu kez ön koltukta oturmuyorum.
Manzarayi genis acidan seyretmenin tadina varamiyorum ama yinede mümkün
oldugunca etrafima bakmaya, incelemeye calisiyorum. Gürün’den sonrasina
“memleketimdir” diye bakiyor, keyif almaya calisiyorum. Diger yandan
tanidigim yerleri kizim Ilgin’a gördügüm degisikliklerle anlatmaya
calisiyorum. Ersin (esim) Malatya-Arguvan’li oldugu icin, Malatya’ya kadar
olan kismi özellikle Ilgin’a anlatmayi tercih ediyorum. Malatya il
sinirlarina girdigimizde her tarafta kaysi bahcelerini görmek mümkün.
Bahcelerin orta yerlerine, kaysilarin kurutulmasina uygun yerler hazirlanmis.
Kaysilar günesin altinda serilerek kurutulmaya birakilmis. Ayni islem toprak
evlerin üzerine de yapilmis. Malatya yol güzergahinda hemen hemen gördügümüz
bütün agaclarin kaysi agaci oldugunu söylemek abarti olmasa gerek. Icimden
hep sunu geciriyordum; “Su otobüs burada dursa da su kaysilardan biraz
yeseydik!” Maalesef bu istegim mümkün olmuyor. Sadece gözlerimizle doymaya
calisiyoruz.
Nihayet Malatya otobüs terminaline geliyoruz. Basaka bir otobüse
aktarilacagimizi söylüyorlar. Bagajlarimizida indiriyorlar asagi. Otobüs
tamir edilmek üzere ayrilip gidiyor. Ortalikta hic bir muhatabimiz yok. Kisa
bir saskinlik geciriyoruz “Simdi ne olacak?” diye. Kemal Sunal veya Sener
Sen’in bas rolde oynadigi bir film gibi oldu bizimkide. On dakika sonra ayni
firmaya ait yarisi dolu olan baska bir otobüs yanasiyor yanimiza. Bir
kismimiz dolusuyoruz bu otobüse. Oldukca curcunali bir durum. Sinirler
tamamen gerilmis vaziyette. Homurdanmalar devam ediyor. Binemeyenlerin
caresiz bekleyisleri ve ‘Allah kahretsin, bu ne rezalettir cektigimiz?’ gibi
söylemler devam ediyor.
Nitekim devam ediyoruz Elazig’a dogru. Keban Barajinin bir kismi üzerindeki
köprüden gecerken, gözlerimiz dinleniyor manzara izleyerek. Nedense suýu
izlerken dinlendigimi hissediyorum. Erzürük Köyü’nden (Uzun Tarla Köyü)
itibaren Elazig merkez sehri basliyor. Elazig’in bu kadar genislemis
olduguna sasirdim. 1800 Evler, 70 Evler ve diger dis mahaleler ile stadyum
tamamen sehrin icinde kalmis. Hizla gecerken tanidigim yerleri kizimla esime
anlatmaya calisiyorum. Hizla gectigim icin sadece sadece yanimizdan gecen
görüntülere bakabiliyoruz. “Sol tarafa bakin!” dedim. “Elazig Lisesi. Liseyi
burada okudum.” Nede ihtiyarlasarak büzüsmüs” diye ic geciriyorum. Elazig
otogarinin karsisinda duruyor otobüsümüz. “Elazig yolculari kalmasin!” diyor
muavin. Inip bagajimizida aliyoruz.
................................................................
Elazig – Karakocan Yolculugu Daha Rahat
.................................................................
Bu kez de Karakocan minibüsünü bekliyoruz. Hemen aninda bir kac kisi
üsüsüyor etrafimiza. “Nereye abi?; Diyarbakir, Mus, Van, Bingöl, Karakocan?
Nereye gidiyorsunuz?” her taraftan bir ses geliyor ve cantalarimizi tutup
cekecekler neredeyse. “Karakocan’a gidecegiz” dedim. “Tamam abi. Hemen
telefon ediyorum araba gelsin”. Bizde beklemeye basliyoruz. Diger gelen
adamlarda yaklasik ayni seyleri söylüyorlar gürültülü bir bicimde. “Abi
bekleyin, araba gelecek!” diyor bir baskasi. “Tamam birader, bizde arabanin
gelmesini bekliyoruz” dedim. Karakocan’a bir minibüs geldi fakat dolu. O da
bize “Abi telefon ediyorum, bir baska minibüs gelip sizi gelip alsin” diyor.
Birazdan bos bir minibüs geliyor. Minibüse bindik. Minibüs soförüyle ilk
olarak bize ‘nereye abi?’ diyen arasinda kisa bir tartisma yasandi. Sanirim
adam biraz para istedi, ‘ben size müsteri buldum’ diye. Minibüs soförüde
vermedi parayi. O da ‘arkadasim aradi beni sen degil’ diyordu. Sonucta geri
döndük bir baska garaja dogru. Orada da minibüsün dolmasini bekledik. Bir
süre sonra minibüs doluyor ve hareket ediyoruz Karakocan’a dogru.
Ferrokrom’a varmadan, köprüden önce kisa bir mola veriyoruz. Hava oldukca
sicak ve bunaltici. Maalesef minibüstede klima yok. Akan artezyen suyundan
hem iciyor hemde elimizi yüzümüzü yikayarak serinliyoruz. Bahcivan, kendi
bahcesinin ürünlerini satiyor. Bütün meyve sebzeler taze ve organik.
Hormondan oldukca uzak. Biraz kaysi, salatalik , elma gibi seyler aldim.
Bolca akan artezyenden yikadim ve arabaya bindik. Kaysilarin tadina doyum
olmadi. ‘Bal gibi’ demek abarti degil. Cok asiri tatliydilar.
............................
23.08.2007
-Devam edecek-
Kaynak: pamuklu.org
/ Gomanweb |
YAZI DİZİSİ İLE
İLGİLİ YAPILAN YORUMLAR: Merhaba Sayin
Ali Xidir,
Geçen yaz Türkiye'ye giderken Çamrek'in eski muhtarlarindan 80 yas
civarindaki degerli büyügümüz Sayin Ali Açiktepe (zaten kendisi Ali Muxtar
olarak bilinir) ile de bir görüsme yaptim. Kendisi Izmir'de babamlarla ayni
mahallede oturuyor, komsular. Yaptigim görüsmeyi videoyada kaydettim. Bir
yalnisliga mahal vermemek için videoyu az önce bir kez daha izledim. Çamrek
ile ilgili söyle diyor Ali Amca:
"Çamrek'te yabanci kimse yoktur. Biz hepimiz akrabayiz, ayni dedenin
torunlariyiz" diyor.
"Ali amca, Çamrek'e ilk olarak kim hangi tarihte gelip yerlesiyor?" soruma
söyle cevap veriyor; "Çamrek'e ilk olarak Sêxan ê Avas gelip yerlesiyor ama
tarihini su anda bilmiyorum" deyince, ben hemen "demekki ondan Çamreklilere
'Sêxano' diyorlar" diye araya giriyorum. "Evet Haydarcigim" diyerek devam
ediyor Ali Amca "Sêxan ê Avas 6 (alti) ogluyla birlikte geliyor fakat bir
oglu kisa zamanda ölüyor. Bes ogluyla birlikte Çamrek'te yasamaya
basliyorlar. O zamanlar Çamrek'in arazisi "Çê Momud ê Mist"lere aitmis. Bu
arazinin bir hissesini Karabulutlar, diger bir hissesini ise Mehmet Eroglu
ile Hüseyin Akgül Çê Momud ê Mist'lerden Dursun Tali'den satin aliyorlar.
Simdi de herkes göç edip farkli sehirlere gitmis, Çamrek'te kimse kalmamis"
diyor Ali Amca.
Sevgili Ali Xidir bir de Hizolanli oldugunuzu yazmissiniz. Ben
Çamrekliler'in hepsinin Kuresanli olduklarini biliyorum.
Umarim bu aktardiklarim sizleri azda olsa tatmin eder. Sayet varsa
sorulariniz bana direk de ulasmaniz mümkündür.
Mutlu yillar dileyerek dostça selamlarimi iletiyorum.
Ali Haydar Umut
ahumut68@hotmail.com
======================================================
Calismalarinizda basarilar dileyerek cevap
aradigim bir sorumu iletmek istiyorum...;
Sitenizde Ali Haydar Umut un çamrek (ilisu) köyü üzerine yazdigi makaleyi
(izlenim ) okurken gecmiste büyüklerimizden duydugumuz su cümleler aklima
geldi "Bizler çamrekten gelmisiz"...Ben Hizolan asiretindenim.. Ve
Dedelerimizin tam olarak hangi yillarda orada yasadigi hakkinda bilgi
yok... Bu konuda bilginiz varsa bunu aktarabilirseniz sevinirim...
Saygilar Ali Xidir
Yorum Ekleme Tarihi: 27.12.2007/Gomanweb |
|