Türk Eğitim Sisteminden
Üretilen Hakimler-Öğretmenler... MUSTAFA ELVEREN
Ankara’da 5’i liseli biri üniversiteli 6 öğrencinin Facebook’ta açtıkları
kişisel bir sayfada ismi lazım değil bir hâkime hakaret ettikleri suçlamasıyla
sabahın köründe polis tarafından gözaltına alındıklarını basından okuyunca
içim burkuldu. Demek ki bu ülkede şikâyetçi hâkim ya da savcı olunca çocuklar
hemen gözaltına alınabiliyor.
İnternet ortamında öyle hakaretlerle karşılaşıyoruz ki, dava açmaya kalksan
yıllarca tespit edemezsin. Bu hâkimler veya savcılar benim yerimde olsalardı
herhalde tüm mesaj sahiplerini içeri tıkarlardı. Benim e-posta adreslerime
gelen hakaret, tehdit, şantaj ve küfürler bu hâkimlere gitse eminim ki mide
bulantısından bir hafta yemek bile yemezler.
Herhangi birinin bir başkasına hakaret etmesini onaylamak gayet tabidir ki
mümkün değil. Ancak, henüz çocuk yaştaki bu gençlerimizi gözaltına almak bir
hâkime yakışmaz. Yakışmadığı gibi bu çocukları daha da militanlaştırır. Ben
hâkimi de, trafik suçunu işleyeni de, genç öğrencileri de hiç birisini
tanımam. Sadece basından okudum ve etkilendim.
Biri
katliam gibi bir trafik kazası yapmış ve doğal olarak cezası ilgili hâkim
tarafından verilmiştir. Bu suçu işleyenin yakınları da kendilerince seslerini
duyurmak için Facebook’ta bir sayfa açmışlar. O sayfada neler yazdıklarını
bilmiyorum. Fakat her ne yazarlarsa yazsınlar, bu yaştaki gençlerin sabahın
şafağında evlerinden polis tarafından alınması akıl işi değildir.
Hâlbuki tespit ettikleri adreslerdeki kişileri çağırıp birkaç nasihat vermek
suretiyle bu çocukların gönlünü kazanabilirdi. Fakat ne gezer! Bu gençleri
gözaltına almakla marifet yaptığını sanıyor.
Öğretmenlik yıllarımdan biliyorum. İstiklal Marşı töreninde önündeki öğrenciyi
dürtükledi diye, tören bitiminde o öğrenciyi tüm öğrencilerin gözü önünde
döven ve dövdüğüyle yetinmeyip, karakola şikâyet eden okul müdürlerini gördüm.
Defterlerinin arasına ya da masasına birkaç slogan yazdı diye bu öğrencileri
güvenlik birimlerine şikâyet eden öğretmenleri bilirim.
Okul
bahçesinde abdest alırken ayaklarına su döken öğrencinin gülümsemesi üzerine
önündeki suyu öğrencinin üzerine döken öğretmenleri gördüm.
Şimdi
bazıları çok haklı olarak bana şu soruyu sorabilirler. “Ya hoca, sen
öğrencileri dövmedin mi? Sen de sütten çıkmış ak kaşık değilsin herhalde”
diyebilirler. Evet, maalesef ben de bu tornanın bir ürünüydüm ve meslekteki
ilk iki yılımda çok acımasızdım. Ancak, çok kısa sürede hayali olarak
yaratılan Kemalizm’den ve din olgusundan sıyrılmayı başardığımı düşünüyorum.
Zaten, üzeri betonla kaplanan Kürt-Kızılbaş-Komünist kimliklerimi kazanmak
için mazlumlardan çok şey öğrenmiştim. Mazlum ve mazlumların etkisi üzerimde
olmasaydı belki ben de bu gün sistemin savunucuları arasında olabilirdim. O
nedenle Mazlum ve mazlumlara çok şey borçluyum.
O
nedenle, postalcı ve takunyacı “vatanseverlere” karşı hep sosyalist
demokrasiyi savundum. Tabii ki bunun bedelini ödedim ve hala da hakkımda
açılan davalarla ödemeye devam etmekteyim.
Ne
acıdır ki, Türk Eğitim sisteminde ancak benim gibi öğretmenler ve çocukları
şikâyet eden hâkimler üretiliyor. Yani postalcı ve takunyacı “vatansever”
hâkimlerimiz, savcılarımız, öğretmenlerimiz… Bunlar var oldukça sistem de çok
acımasız olur.
Bu
eğitim sistemi aynen kışla sistemine benziyor. Zaten birbirlerini
tamamlıyorlar. Bu sistemden kurtulmadıkça maalesef bedel ödemeye devam
edeceğiz.
NOT: Bu satırları
yazdığım sıralarda SP Genel Başkanı Sayın Necmettin Erbakan’ın vefat ettiğini
basından öğrendim. Erbakan’ın 28 Şubat darbesi yıldönümünde hayatını
kaybetmesi çok düşündürücüdür. Bu kadar tesadüf olamaz. Acaba! Bu da “Yeşil
Ergenekon”un işi mi? Dini geleneğe göre kendisine rahmet, yakınlarına baş
sağlığı dilerim.
mustafaelveren@gmail.com
|