İNKARCILIĞIN BEDELİ
Mustafa Elveren – Em. Öğrt
Daha düne kadar “kürt diye bir ulus yoktur, bunlar kar
üzerinde yürürken kart-kurt diye çıkardıkları sesten dolayı kürt olarak
isimlendirilen dağ Türkleridirler…” şeklinde, Prf. Unvanlı bazı üniversite
hocalarına kitaplar yazdırdılar. Bu yalan makinesi Prof.lardan, kimisini
bakanlık koltuğuna, kimisini de Devletin önemli arpalıklarının başına
getirilerek, ödüllendirildiler.
Hiç unutmam, O dönemde iki profesörün Kürtleri yok sayan
kitapları hızla piyasaya sürülüyordu. Bu kitapların maksatlı yazıldığını, bir
halkın yok sayılmasının, inkar edilmesinin bedelinin çok ağır olacağını, yapılan
bu yanlıştan dönülmesi ve ayrıca fiili olarak yeni kurulan sendikamızı tanıtmak,
meşru haklarımızı savunmak için Elazığ Eğitim Sen Şu sekreteri olarak ben ve
Şube Başkanı Cafer Demir ile Sendikayı temsilen şu anda ismini hatırlayamadığım
zamanın Fırat Üniversitesi Rektör Yardımcısından randevu alarak, görüşmeye
gitmiştik. Makam odasındaki görüşmelerimiz çok hararetli bir tartışmaya
dönmüştü. Bu sert tartışmalar sırasında bir profesör içeriye girerek, biraz
sonra o da tartışmaya katılmak istedi. Ancak, tartışma yerine bize “Siz
öğretmensiniz, ne işiniz var böyle konularla uğraşıyorsunuz, hem siz PKK ağzıyla
konuşuyorsunuz, Sizin temsil ettiğiniz sendika da yasal değildir, PKK’nin
devlet içindeki koludur. Lütfen burayı terk ediniz, aksi halde güvenlik
çağıracağım..” şeklinde bizi tehdit etmişti. Biz de orayı terk etmek zorunda
kaldık. O gün hala kürt var mı, yok mu, tartışmasından dolayı kovulduğumuz,
tehdit edildiğimiz noktasından, bu gün o üniversitelerde tüm eksikliklerine ve
yetersizliklerine rağmen, kürt sorununun tartışıldığı bir zemine gelmesi önemli
bir göstergedir. Tabi bunlar kendiliğinden olmadı. Demokrasi ve özgürlük
mücadelesini veren ve bundan dolayı da gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında
sürgünlerde yaşayan kürt ve türk demokrat aydınlarının payı inkar edilemez.
Diğer taraftan ,Kürt özgürlük hareketinin etkisini de göz önünde bulundurmak,
hem etik olarak ve hem de demokrasi anlayışım gereği belirtmek zorundayım.
Bu gün Sayın Hasan Bildirici’nin Sitedeki yazısını
okuyunca, daha önceki yazılarında da olduğu gibi, hep içindeki yanan ateşi,
yazarak söndürmeye çalışıyor.Sayın Bildirici’nin bir volkan gibi patlaması
boşuna değildir. Çok acılar yaşandı, çok bedeller ödendi. Hala da yaşanmaya ve
ödenmeye devam edilmektedir. Tüm bunların sebebi, yıllardır kürde demokrasi
kanalını kapatanlar, silahtan başka yol bırakmayan anlayış sahipleridir.
Sayın Bildirici’nin “…işler
karışık, kritik; hayat, fitili ateşlenmeye hazır dinamit kuyusu….”
belirlemesi, bence üzerinde çok tartışılması gerekir. Diyelim ki, bu “kör
döğüşte” yüz binlerce insanımızı daha kaybettik, bunun sonucunda da dinamit
patlarsa ve yeni Halepçeler tekrar yaşanırsa, böyle bir durumda kim kazınmış
oluyor? Hiç kimse! Böyle bir tabloda, Bu gün odluğu gibi yine her iki taraf
da kaybedeceklerdir. Burada tek kazanan ABD ve benzeri güçler olacaktır. O
zaman, maalesef her iki halk da başkaların kucağına düşmek zorunda
kalacaklardır. Kucağa düştükten sonra, ha Ali’nin ha Veli’nin kucağındaymışım,
ne fark eder?
İçimizdeki bu ateşi söndürmek için, tek çaremiz bütün
demokrasi ve özgürlük güçleri bir araya gelerek, savaşlara karşı barış ve
demokrasiyi inşa etmektir. Bunun projesi de vardır. Bu projeyi daha da
geliştirerek tüm halkların ve insanlığın hizmetine sunulmalıdır.
Amacım, yılların tecrübesi olan ve Kürtler arasında saygın
bir yerde olan Sayın Yaşar Kaya’nın deneyimi ile kendini yetiştiren Sayın Hasan
Bildirici gibi birikimli bir yazara cevap vermek değildir. Bildirici’nin haklı
olarak volkan gibi patlayan yüreğinden çok etkilendim ve ben de her zaman olduğu
gibi içimden geçenleri yazdım.
Umuyor ve diliyorum ki, yeni Halepçe’ler olmadan, barışçıl
çözümlerle, özgürlük ve demokrasi kazansın. Unutulmamalıdır ki, en kötü barış
savaştan iyidir.
MUSTAFA ELVEREN