DİN- İMAN ADINA YAPILAN
KATLİAMLAR
Mustafa Elveren – Em. Öğrt
Bundan tam on üç yıl önce Sivas'ta gerici-yobazlar
tarafından yakılan 33 canımızı 2 Temmuz günü, Alevi-Bektaşi kuruluşları
arasında en büyük kurum olan AABK tarafından yurt içinde ve yurt dışında çeşitli
anma etkinliklerinin yapılacağı duyurulmaktadır. Ben de "karınca kararınca" bu
etkinliklere katkı sunmaya çalışıyorum.
2 Temmuz 2003 günü, Sivas
katliamının 10.yıl dönümünde görüşlerimi açıklamak üzere, o günlerde faaliyette
olan Antalya FM Radyosu'nun konu ile ilgili yaptığı canlı tartışma programına
bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile birlikte ben de katılmıştım.
Sunucu bana şöyle bir soru sormuştu. “Bir
daha Sivas katliamları ve benzeri olayların yaşanmaması için nasıl bir yol
izlemeyi düşünüyorsunuz?” Ben de şu yanıtı vermiştim: “Eğer
Örgütlenirsek , savaşın değil barışın, ölümün değil yaşamın esas olduğu
anlaşılır. Yaşam hakkı anlam bulur. Düşünce özgürleşir, kimse söylediği sözden,
yazdığı yazıdan, yaptığı notadan, konuştuğu dilden dolayı
suçlanamaz.Cezaevlerinde tecrit ve ölüm oruçlarında ne kimse hunharca
öldürülür, ne de ölüme terk edilir. Yani tek çözüm yolu, başta alevi-bektaşi
örgütlemeleri olmak üzere emekten,özgürlükten, barıştan ve demokrasiden yana
olan tüm örgüt ve kuruluşların birlikte mücadele vermeleri gerekir...” Bu
gün de aynı soru bana sorulursa, yine ayni cevabı vereceğim. Çünkü, savaşın
lanetliğini, barışın ise kutsallığını biliyorum.
Bazen öfkeye kapılarak;
“Ne barışı? Bırakın inceldiği yerden kopsun!” İçimden böyle söylemek geliyor.
Ancak, “öfkeyle kalkan, zararla oturur” atasözünü göz önünde bulundurarak, bir
anlık öfkemi bastırabiliyorum. Bundan 13 yıl önce, Sivas’ta başta 33 alevi
aydını, 2 kişi de otel personeli olmak üzere toplam 35 insanımız, “Din-iman
adına insan öldürmeyi” kendine görev edinmiş kara cahiller tarafından diri
diri yakıldılar.
Eli sopalı, zincirli,
silahlı bu katil sürüleri tarafından 33 canımız cayir cayir yakılır iken,
dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Halkla güvenlik güçlerini karşı
karşıya getirmeyiniz” diyordu. Demirel’in halk diye söylediği, gözü dönmüş kara
cahil katillerdir. “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diyen Demirel,
İçeride saatlerce yanarak kül olan canlarımıza karşı hiçbir tedbir almadığı
gibi, bir de üstüne üstlük bu tavrı ile katilleri korumuştur. Başbakan
Tansu Çiller ise, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir”
diyebiliyordu.Yani otel dışındaki halkımız dediği eli taşlı, sopalı,zincirli
saldırganlardır. Diğer taraftan Hükümet ortağı SHP’nin Genel Başkanı ve Başbakan
Yardımcısı Erdal İnönü ise, uykuya dalmış uyuyordu. Sonradan yerine geçen Murat
Karayalçın’a gazeteciler şu soruyu sormuştu, “üç bin köy ve mezranın
boşaltıldığı doğru mudur?” Verdiği yanıt çok ilginçti. “Devlet köy boşaltmaz,
öyle bir şey yoktur. Nerden uyduruyorsunuz?” demişti. Bu zat bir süre sonra şu
itirafta bulunacaktı, “Maalesef olay doğrudur, bana yanlış bilgi verdiler.Beni
yanılttılar.” diyerek, Sayın Ahmet Kahraman’ın deyimiyle “İyi saatte olsunlar”
uykudan daha yeni uyanıyordu.
Biz çok iyi biliyoruz ki,
bu cüppeli, sarıklı ve çember sakallı kişiler sadece birer maşa olarak
kullanıldılar. İşte, esas bu karanlık
güç ortaya çıkarılıp cezalandırmadıkça, her zaman bu tür olayların
olabileceğini, düşünmek durumundayız.
Sunucunun bir sorusu da
şöyle idi; “Özellikle alevi sanatçıların ve düşünürlerin yakılarak
katledilmesinin nedeni sizce ne olabilir?” verdiğim cevabı aynen
aktarıyorum.
“Bir
halkın türkülerini yapanlar yasalarını yapanlardan daha güçlüdürler...
Sivas
bilimin katledilmesidir.
2 Temmuz kara bir gün olarak kalacaktır... Sistemin tüm yetkili
kurumları ve o günün iktidar sahipleri adeta alkış çalar gibi saatlerce hiçbir
önlem almadan seyirci kalıp katliama ortak olmuşlardır.”
Tarihten
bu güne kadar katliamlarla, sürgünlerle, yasaklarla yok edilemeyen Alevilik,
sistemin adeta korkulu bir rüyası olmuştur. Özellikle 12 Eylül cuntasıyla
başlayan gericileştirme politikası kurumlaştırılarak devlet politikası haline
gelmiştir. Bu politikaların boşa çıkarılması için Cumhuriyetimizin
demokratikleşmesi gerekir. Bu da birlikte mücadele ederek gerçekleşebilir...”
O günden bu güne
kadar pek fazla bir şeyin değişmediği görülüyor..
Katilleri
koruyanların partisine oy veren aleviler ile sözde bazı alevi dedeleri, "esas
müslüman biziz" deyip, bu tavırlarıyla sistemin maşası olan gerici-yobaz
katillerin ekmeğine yağ sürüyorlar.
Aklıma geldikçe, öfkeye
kapılmamak elde değil.
Bu katliam
öyle kendiliğinden gelişmedi. Günlerce hatta aylarca önce hazırlıkları
yapıldı.Tıpkı Maraş katliamında olduğu gibi. Yine aynı karanlık güçler
tarafından tezgahlanıyordu, aynı senaryo uygulanıyordu. Günlerce önce Aziz Nesin
hakkında bildiriler dağıtılıyor, radyo ve yerel basında katliam ile ilgili
yayınlar yapılıyordu. Devlet’in istihbarat kurumları bunları bilmemesi mümkün
mü? Çünkü devlet içinden destekli bir katliam olduğunu artık anlayabiliyoruz.
İnsanlık tarihinde din-iman adına işlenen böyle bir vahşet görülmemiştir.
Maraş
katliamına katılmış ve insanlıktan nasibini almamış, sonradan kendini ibadete
vermiş ve pişmanlık duyduğunu söyleyen Gaziantepli bir genç kişi yıllar önce
bana anlattığını, hatırladığım kadarıyla şunları anlatmıştı. “Biz Gaziantep’ten
iki otobüs gittik. Elazığ’dan bile bizden fazla insan gelmişti. Öldürülen
kişilerin evlerine girerek, altın ve paralarını alıyorduk. Bu şekilde çok kişi
zengin oldu.” Bu sözleri dinlemeye bile insan tahammül edemez değil mi? Ne yazık
ki, bu sözleri dinledim ve o şahsa hiçbir şey de yapamadım.
Dün Maraş ve
Sivas katliamını yapanlar, bu gün bu defa Kürtleri katletmek için Şemdinli başta
olmak üzere bir çok kürt illerinde işbaşı yapmışlardır. İşte, tam da burada,
demokratik kürt ve alevi kuruluşlarının birlikteliği çok önem arz etmektedir.
Alevilerin
büyük direnişçi ozanı Pir Sultan Abdal’ın “Gelin canlar bir olalım, münkire
kılıç salalım” dizesini, günümüze şöyle uyarlayabiliriz. “Gelin demokrasi
güçleri bir olalım, birlikte özgürlüğümüzü kazanalım.”
23.06.2006