ON İKİ EYLÜL 1980 DARBESİ
İZLENİMLERİM
Mustafa
Elveren – Em. Öğrt
On bir Eylül 1980 günü sabahleyin
Ankara’nın Ulus'tan Kızılay-Bakanlıklar semtindeki görevime yaya olarak
gidiyordum. O günün sabahı önceki günlerin sabahından çok farklıydı. Çünkü,
Opera köprüsünden Sıhhiye Köprüsüne, oradan da Kızılay’daki Güven Park’a kadar
onlarca bombalı bez pankartlar asılmıştı. Yol boyunca polisler zaman zaman benim
gibi yürüyerek işine gitmekte olan halkı güvenliği için yoldan durdurup,
bombayı fünye ile patlattıktan sonra bize yürüme izni veriyorlardı. Ancak bir
şey taa o günden dikkatimi çekmişti. Sanki bombalı pankartlar bir merkezden
hazırlanmış ve üzerine de ayrı ayrı bir çok sol örgütün imzasını taşıyan, her
örgüte ait bilinen sloganların yazıldığı hemen göze çarpıyordu. Neyse ki,
bombalı pankartların patlatılmaları sesleri arasından iş yerime kazasız belasız
vardım.
Ben, çocukluğumda babamla birlikte
“BİZİM RADYO”’yu dinleyerek sosyalizmi, Kemal Burkay’ın posta ile babama
gönderdiği bir sayfalık gazete ile de kürt sorununu öğrenerek büyüdüm. (Ancak,
Kemal Burkay’ın bu gün Apo ile ilgili suçlayıcı düşüncelerine katılmıyorum.) Bu
özelliğimden dolayı, on iki Eylül öncesinde var olan hemen hemen tüm sol
ve sosyalist yayınlara abone olmuştum. O dönemde legal veya illegal bir çok sol
örgütlere ait dergiler ile gazetelerin yayını ve dağıtımı yapılıyordu. Her gün
olduğu gibi, 11 Eylül günü de abonesi olduğum dergiler ve diğer yayınlar masamın
üzerine bırakmışlardı. Mevcut örgütler içerisinden en çok “KURTULUŞ” dergisi
çevresinde kümelenen sol siyasetine daha fazla ilgi duyuyordum. Arada – sırada
panel ve toplantılarına da katılıyordum. Bakanlık çevresinde memur, öğretmen,
öğrenci gibi çeşitli sol gurupların içinde olan epeyce bürokrat tanıyordum.
Darbenin yapıldığı on iki Eylül günü sanırım Cumartesi tatil gününe denk
getirmişlerdi. Dolayısıyla, Pazartesi günü görevime gittiğimde, Bakanlığa bir
albay görevlendirmişlerdi. Adam ilk iş olarak memurların saç ve bıyıklarını
kestirdi. Ve her gün benim masama gazete bırakan kişilerle birlikte bir kaç
arkadaşın görevine gelmediğini gördüm. Anladım ki o arkadaşlar doğrudan
görevlerini terk ederek gizlenmişlerdi. Daha sonra bazılarının yurt dışına
gittiklerini, bir kısmının da yurt içinde başta maddi olmak üzere bir çok zor
şartlarda yaşadıklarına tanık oldum. Benim tanıdıklarımın arasında yok fakat,
gazetelerden okuduğumuza göre, az da olsa birkaç kişinin ise, bu gün sayılı iş
adamı olanlar da varmış Bu durumdaki arkadaşlara kendi adıma sevindim.
Ben kitaba çok meraklıyımdır. Hangi
düşüncede olursa olsun, hiçbir ayırım yapmadan tüm kitapları biriktiririm. On
iki Eylül öncesinde de epeyce kitap, gazete ve dergi biriktirmiştim. Kendime
göre çok zengin bir kütüphane oluşturmuştum. Ekonomi, hukuk, siyasi ve çeşitli
konuları içeren kitaplarımı ayırt ettikten sonra, diğerlerini Anneme vererek,
banyo sobasında yakmasını tembih ettim ve pazartesi günü görevime gittim. Akşam
döndüğümde çok ilginç bir tablo ile karşılaştım. Okuma yazma bilmeyen annem,
oğluma bir zarar gelmesin diye, özellikle ekonomi ve hukuk kitaplarımı ciltli ve
kalın gördüğü için önce onları yakması beni derinde üzmüştü. Ancak yapılacak bir
şey de kalmamıştı. Böylece on iki Eylül Faşizminin ilk darbesini yemiş oldum.
Benden iki yaş küçük olan köylüm ve
arkadaşım Sevgili Mazlum Doğan’ı saygı ile anıyorum. Ankara’nın İsmet Paşa
semtinde bulunan Elazığlıların ve Tuncelilerin gittiği köhne bir kahve vardı.
Mazlum Ankara Hacettepe Üniversitesinde öğrenciyken, bir gün bu kahveye geldi
benimle birlikte birkaç hemşerimizle sohbet etti. Tabi ki, konu Kürtlerin durumu
idi. Mazlum, Kürdistan Ulusal Mücadelesine katkı sunmamızı istiyordu. Biz ise,
bu işin bir hayal olduğunu, koca devletle bahşetmek mümkün olmadığını
söyleyerek, “Al kızı ver Papazı” iskambil oyununa devam ettik. Mazlum, bu
densiz hareketimize üzülmüştü, fakat hiç bir sert tavır da göstermeden, gayet
nazikçe bizimle tartışmayı sürdürmeye kararlıydı. Ve öyle de yaptı. Bundan sonra
kahveye daha sık gelmeye başladı. Kendi adıma söyleyeyim, Mazlum beni çok
etkilemiştir. On iki Eylül’den bir-birbuçuk yıl sonra ben Elazığ’a gittim.
Mazlum’un Diyarbakır Zindanındaki o meşhur eylemiyle şahadete ulaşmasından bir
süre sonra Mazlumun babası Kazım Amca ile Elazığ’da karşılaştığımızda, Kazım
Amca’nın bana sarılarak ağlayışını hiç bir zaman unutamam.
On iki Eylül diktatörlüğü çok insan
yedi. Zaten kanla hazırladılar ve kanla beslendiler. Her zaman bu darbeyi
lanetlemek ve kınamak yetmez, ayrıca hesap sormak için mücadele etmek gibi
hepimizin bir görevi de olmalıdır. 12.09.2006
Mustafa Elveren
Emekli Öğretmen
www.komanweb.bravehost.com
elverenmstafa@hotmail.com
|