ÖLME VE
ÖLDÜRME YEMİNİ
Mustafa
Elveren – Em. Öğrt
Askerlik yapanlar bilirler, ilk acemilik döneminde yemin ettirilir. Ben de
üç buçuk aylık askerlik dönemimde böyle bir yemini yaptığımı hatırlıyorum.
Türk Bayrağı’nın serili olduğu bir masanın etrafında; …. Atatürk ilke ve
inkılaplarına …… Vatanımı koruyacağıma, ….. canımı seve seve vereceğime …
şeklinde devam edip gidiyor. Yani askerliği “ölme ve öldürme sanatı”
olarak tanımlayan rütbeli komutanlar, Devlet’in bu anlayışını yemine
dönüştürüyorlardı.
Arka
planlarına Atatürk’ün posterini ve özlü sözlerini yerleştirip, bayrak, Kuran
ve silah üstüne “ölme ve öldürme” yeminini ettiren adamın konuşmasını Tv.den
izlerken dehşete düştüm. Dikkat edilirse, bu adam ve benzerleri tarafından
“Vatanseverlik” , “Milliyetçilik” ve “Atatürkçülük” maskesi altında
kurulmuş kulüp, vakıf ve dernek yöneticilerinin tamamı koltuk ve maddi
çıkar paylaşımındaki anlaşmazlıklarından dolayı birbirleriyle kavgalı
olduklarını basından öğrenmekteyiz. Yine bu kuruluşların yöneticilerinin
hatta üyelerinin çoğu emekli rütbeli asker, emekli emniyetçi ve istihbaratçı
polisler ile Devlet’in üst kademesinde görev yapmış savcı, hakim ve
müsteşar gibi emekli memurlardan oluşmaktadır. Durum böyle olunca da
devletin her kademesinde rahatlıkla işlerini yürütebiliyorlar. Bir çok
siyasi partilerle yandaşlık ilişkileri içindedirler. Bunların İnternet
üzerinde binlerce yayın siteleriyle, uydu ve kablo üzerinde yayın yapan
televizyon kanalları, medyada bulunan gazete ve dergileriyle görünen
yüzleridir. Esasen, arka planlarına yerleştirdikleri resmi ideolojinin
simgeleriyle devlet destekli olduğunu söylemek de mümkündür.
Bunlar
Mersin’de “Bayrak Provakasyonu”nu yaptıkları gün, Türkiye Genel Kurmay
Başkanı ve diğer üst düzey askeri yetkililer tarafından Kürt halkını kast
ederek “Sözde vatandaşlar” tabirini kullanmışlardı. O günü hiç unutmam,
Türkiye’nin tüm şehir ve kasabalardaki binaları ile sokaklarını bayraklarla
donatmışlardı. O gün bir çok yerleşim birimlerinde bazı devlet yetkilileri
ile provakasyonu yapanların yandaşları tarafından zorla bayrak
astırdıklarını daha sonradan öğreniyoruz. Bu durum Devlet’in ta kendisi
değil de, nedir? Bunun gizlisi-saklısı, derini-yüzeyi yoktur. Ancak, bir çok
devlette olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde de kapalı kapılar
ardında işleyen ve karanlık tarafları bulunan gizli bir devletin varlığı
olduğunu, artık herkes tarafından bilinmektedir. Uluslar arası
istihbaratında kullanmak için oluşturulan devletin bu gizli pençesi, ne
yazık ki, kendi halkına karşı acımasızca kullanılmaktadır. Bazen Atabaylar,
Çakıcı, Nurişler gibi çete-mafya şeklinde, kimi zaman da Danıştay saldırısı
sanığı ile “Ölme ve öldürme” yeminini yapan “Ülkücü-milliyetçi” ve
“vatansever“ gibi derneklerin maskesiyle karşımıza çıkmaktadırlar.
Böyle
bir Devlete demokratik demek mümkün müdür? 4 veya 5 yılda bir göstermelik
biçimde yapılan seçimleri demokrasiye referans olarak gösterenler bilerek
halkı yanıltıyorlar.
Mustafa Kemal’in posterleri ve Türk Bayrağı’nın önünde “ölme ve öldürme”
yeminini yapan Devletin açığa çıkan bu gizli “Vatansever” pençesine karşı,
Nazım’ın dediği gibi biz de “vatan haini” olmaya devam edeceğiz. Ülkemizde
“vatan- millet- bayrak- Sakarya” söylemiyle bu kadar çok “vatansever”ler
olduğuna göre, bizim gibi “vatan hain”lerinin değeri ancak öldükten sonra
anlaşılabilecektir. 14.02.2007
|