EZİLEN ULUSLAR MİLLİYETÇİ OLAMAZLAR
Mustafa Elveren – Em. Öğrt
Kürtler bir ulustur. Ulusun evrensel tanımı da bellidir.
Daha düne kadar adı yasak olan bu ulus; dilini yaşatabilmek, tarihini canlı
tutabilmek, kısacası kültürünü yaşayabilmek için çok uğraş verdi. Tüm bu
uğraşlarına karşılık hep katliam ve baskı yapıldı. Bu katliam ve baskılara karşı
direnmek, kendini var etmek için silahtan başka bir yol bırakılmadı. Bu yöntemin
son halkasını PKK üstlenmiş durumdadır. PKK bu olayın sebebi değil, sonucu
olarak ortaya çıkmıştır. PKK’yi ister beğenelim, ister beğenmeyelim, PKK Kürt
meselesi sonucu olarak ortaya çıkmış bir realitesidir. Tarihte çokça örnekleri
görüldüğü üzere, bu halk “ben de varım, ben de siyasal ve kültürel haklarımı
kullanmak istiyorum” demek ve sesini duyurabilmek için hep dağlara çıkmak
zorunda kalmışlardır.
Şöyle yakın tarihimize bir bakalım: S.Demirel Cumhrbaşkanı,
T.Çiller Başbakan, D.Güreş Genel Kurmay Başkanı, M.Ağar Emniyet Genel Müdürü,
Yeşil, M.Eymur ve K.Eken MİT Yetkilisi,Bu gün emekli olmuş dönemin bölge
komutanları ile OHAL Bölge valilerini de göz önüne alındığında, böyle bir
konsept içinde kürt ulusunun ne yapması gerekiyordu? Yapılması gerekenini yaptı.
O dönemin konseptini bu gün tekrar yürürlüğe koymaya çalışan odaklar hala çaba
harcamaktadırlar. Eğer bunda başarılı olurlarsa, bir taraftan kürt gençleri,
öbür taraftan Çorumlu,Yozgatlı gariban askerler ölmeye devam edecektir. Hep kan
ve göz yaşı üzerinden varlığını devam ettiren bu rejime karşı Türkiye devrimci
ve sosyalıst hareketi ezilen kürt ulusu ile işbirliği yapmalıdır. Deniliyor ki,
kırk bin insanımız bu savaşta hayatını kaybetmiştir. Kırk bin değil, bir milyon
insan da hayatını kaybetse, yine gelinecek nokta, bu günküden farklı
olmayacaktır. Daha çok insanımızı kaybetmeden, herkes elini taşın altına kendi
gücü oranında koymalıdır.
O döneme ait bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sendikal çalışmalarımızdan dolayı, 29 öğretmen arkadaşımla birlikte çeşitli
illere ayrı ayrı sürgün edilmiştik. Benim hisseme Giresun ili düşmüştü. Sürgün
işlemlerimizi geri alabilmek için Meclis’te bulunan bazı millet vekillerle
görüşmeler yapmak üzere bir arkadaşımla birlikte Ankara’ya gittik.O günlerde DEP
binaları faili belli kişilerce bombalanıyordu. Önce Keçiören İlçe
Teşkilatı,sonra Mamak, Yeni Mahalle ilçeleri izledi. Arkasından da Ankara İl
Teşkilatı bombalanmıştı. Ben de bu duruma seyirci kalmamak ve parti
yetkililerine geçmiş olsun dileklerimizi sunmak üzere, arkadaşımla birlikte
devlet memuru olduğumuz halde Necatibey Caddesi üzerinde bulunan DEP Genel
Merkezi binasına gitmeye karar verdik. Genel Başkan Hatip Dicle ve parti
yetkililerinin toplantıda olduğunu, orada bulunan birkaç partilili ile epeyce
sohbet ettikten sonra, Parti yayınlarından mevcut olanları aldıktan sonra akşam
saatlerinden parti genel merkezinden ayrıldık. Arkadaşım Otele gitti. Ben de
Tuzluçayır semtinde bulunan kardeşimin evine gitmek üzere otobüse bindim.
Durakta tam otobüste inmiştim ki, büyük bir patlama sesi duydum. Bu ses ta
Kızılay’dan Natoyolu durağına kadar gelmişti. İçimden eyvah” yine partinin bir
binası bombalandı” diye düşündüm.Eve uğramadan hemen geri gerisine Kızılay’da
Necatibey Caddesindeki DEP Genel Merkezine yaklaştığımda, insanın tüylerini
ürpeten bir manzara vardı. Binanın tüm camları kırılmıştı. Polisler etrafı
sarmışlardı. Genel Başkan Hatip Dicle ve milletvekilleri hepsi oradaydılar.
Ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Çünkü ben bu binadan yaklaşık yarım saat
önce ayrılmıştım. Demek ki yarım saat daha orada sohbette dalsaymışız,
arkadaşımla birlikte şu anda ölmüş olabilirdik.Sayın Yaşar Kaya bu badireleri
çok gördü, bu durumların canlı tanığıdır. DEP tarihini mutlaka yazmalıdır. Bir
gün yazacağını umut ediyorum.
Ezilen, hor görülen, anadili yasaklanan, hatta yok olmayla
karşı karşıya olan bir ulus, kendi onurunu korumak ve kendini yaşatabilmek için
var olan tüm halk katmanları ile iş birliği yaparak birlikte mücadele vermesi,
milliyetçilikle açıklanamaz. Ancak, Kürt ulusunun içinde var olan aşiretçilik ve
dini çelişkiler, “ilkel milliyetçilik” denilen bir durumu ortaya çıkarabiliyor.
Bu çelişkileri aşmak için, kürt siyasetçileri ve aydınları büyük çaba
harcamalıdırlar. Böyle bir çabanın var olduğu, hayli ilerleme de kaydettiği
gözlenmektedir.
Kendi haklarını savunan mazlum bir halkı milliyetçilikle
suçlamak çok buyük bir haksızlıktır. Ne yazık ki bazı kürt yapılarda ve bazı sol
yapılarda bu suçlamayı yapmaya hala devam edenler vardır. Bu gün kürtlerin
birlikteliği her geçen günden daha acil bir durum arz etmektedir.
MUSTAFA ELVEREN