Müzik-Video

Konuk Defteri

İletişim Formu

 

 

Sivas Şehitleri

 

 

1 Ocak 2007 Tarihinden İtibaren HİT

RESMİ İDEOLOJİ-DİN-İNANÇ-İBADET

Mustafa Elveren – Em. Öğrt

Bilindiği gibi, resmi ideoloji Türk-İslam sentezidir.Türk ırkını islami motiflerle süsleyip, ülkede yaşayan diğer halkları yok sayarak, Türk miliyetçiliğine monte ederek, tek tip bir ulus oluşturmak istemişlerdir. Bunu başarmak için de, yasalarını buna göre düzenlemiş, provakasyonlar yapılmış (6-7 eylül olayları, Alevi-Sunni, Kürt-Türk çatışmaları yaratarak), baskı ve eritme politikalarını da ekleyerek, gerçekleştirmeye çalışmışlardır.

Bu durumda, Ermeniler ve Rumlar yok edilmiş, nüfusunun yoğun olması nedeniyle, Alevileri ve Kürtleri yok edememişlerdir. Ancak, Kürtlerin islami duyguları ile aşiretçilik çelişkisini, Alevilerin ise, tekke ve dergahlarını kendilerine yakınlaştırarak, çok ustaca kullanmışlardır. Bu çabalarından dolayı   önemli ölçüde başarılı da olmuşlardır. Dünya politik konjönktürü gereğince zaman zaman gerilemiş, böyle zamanlarda ise, askeri darbeler yaratarak, uygulamalarına devam etmişler ve dünya siyaset konjünktürü değiştikçe, bazı makyajlar yapmak zorunda kalmışlardır. Bu makyajı da  halka hep demokrasi diye yutturmaya çalışmışlardır. Tıpkı bu günkü AKP Hükümeti’nin yaptığı gibi , yani  Dünya siyasi konjünktürü gereğince, AB-ABD’nin politikaları sonucu yapılan zorunlu bazı değişimleri bize “devrim” diye yutturmaya  çalışıyorlar.

Bu defa, karikatür provakasyonundan yararlanarak, Cuma namazı sonrası o bildik görüntüler ortaya  çıkmaktadır. “Bakın şeriatçılar geliyor” diyerek, halkın korkutulmak istendiği açık değil mi?. Yine çok sıkça yaratılmak istenen alevi –şafii (Kürtler)  halkları arasındaki çatışma, duyarlı  Kürt ve Alevi aydınları ile Kürt Özgürlük Hareketi tarafından boşa çıkarılmıştır. Peki neden bu kadar çelişki yaratılmak istenmektedir? Çünkü, başka türlü resmi ideolojiyi uygulamak mümkün değildir. Bazı kürt çevrelerinin bu karikatör provakasyonuna dört elle sarılmaları, ister bilerek, ister bilmeyerek olsun, kimin ekmeğine yağ sürdüklerini düşünmeleri gerekmez mi?

Bu kadar kargaşanın olduğu, kan ve göz yaşlarının hiç dinmediği, başta kürt halkının özgürlüğü olmak üzere, diğer inanç ve gurupların özgürce kendilerini ifade etmeleri ve yaşamaları için öncelikle demokrasi mücadelesi verilmelidir. Ne olduğu belli olmayan bir rejimle değil, Cumhuriyet’in demokratikleştirilerek, demokrasi mücadelemizi yükseltmeliyiz. Bazı kürt arkadaşlarımız zaman zaman yazıyorlar, “Efendim, bize  bunca katliam yapan Türklerle birlikte nasıl yaşarım? “ diyerek, kimisi bilmeden, kimisi de bilinçli olarak bunları söylüyor. Halbuki bütün bu katliamları Türkleri de Kürtleri de kullanarak ve bazen de birbirlerine kırdırarak, bilinen o ceberut rejim yöneticileri tarafından yapılmıştır. A.Melik Fırat’ın dediği gibi  “bu yöneticilerin hiç biri Türk bile değildir, çoğu kırma ırktan olan kişilerdir” belirlemesi doğru değil mi? Bir insanı sevmeyebiliriz, bir kısım düşüncelerine katılmayabiliriz, fakat onun söylediği bazı doğrularını görmezden gelemeyiz.

Sayın Abdullah Öcalan tarafından geliştirilen “Demokratik Cumhuriyet Projesi” mutlaka hayata geçirilmelidir. Zaten bu proje demokrasi ve özgürlük projesidir. Sayın Kemal Burkay bir yazısında diyor ki “Demokratik Cumhuriyet Projesi bizim projemizdir. Biz bunları yıllar önce söyledik…..” Daha  iyi ya, gelin beraber bunun hayata geçirilmesi için hep birlikte mücadele verelim. Her nedense, projeyi Abdullah Öcalan ortaya atınca, hemen yan çizmeye başlıyorlar. Ben kürt sorununu Kemal Burkay’dan etkilenerek öğrendim. Ancak, K.Burkay’ın A.Melik Fırat ile ortak dil kullanarak, A.Öcalan hakkında yazdıklarını okuduktan sonra, çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım.  Bu Dersimli hemşehrime diyorum ki,  A.Öcalan’ın ortaya koyduğu projeyi, gelin hep birlikte sahip çıkalım. Sizler yıllardır kürt özgürlük  mücadelesini veriyorsunuz, fakat her nedense hiç biriniz A.Öcalan kadar kürt halkı üzerinde etkili olamadınız. Bu gün Dünya’nın hemen hemen her ülkesinde örgütlenmiş Kürtler mevcuttur. Bu kendiliğinden olmadı. Yiğidi öldürelim fakat hakkını yemeyelim. Bu gün başta Sayın Abdullah Öcalan olmak üzere, Sayın Yaşar Kaya, K.Burkay, A.Melih Fırat,Ş.Elçi,Leyla Zana,  gibi birçok kürt aydın ve liderlerine saygı duyarım. Kendileri A.Öcalan’ı eleştirebilirler, bu demokratik haklarıdır. Ancak, “işbirlikçi, ajan ve benzeri” saldırıları da asla kabul edemem. Kürt halkı da kabul edemez. Resmi ideoloji savunucuları gibi  kürt sorununu A.Öcalandan ayrı tutma gafletine düşmemeliyiz.

Bu arada Avrupa’da yaşayan bazı yazar ve çizerlerin, bana şu sözleri söylediklerini duyar gibiyim. “maaşlı memur kafasıyla yazmıştır” diyebilirler. Ancak, bu yazı yayınlandığı anda C.Savcıları hemen hakkımızda soruşturma açmayacaklarını nasıl bilebiliriz? Hala bu ülkede “Sayın” dediği için bir çok arkadaşlarımız ceza almadılar mı? Birbirimizi hemen ön yargılarla mahkum etmemeliyiz.

Yaşadığım bir olayı da anlatmak istiyorum. Kendilerini çok akıllı ve kurnaz zanneden bazı kişiler (Ne yazık ki bunların çoğunluğu kürt kişilikleridir) bana “Ya Hocam!  Senin evin var, maaşın var, çoluk çocukların var, durumun iyi, ne işin var bu kürt meselesiyle uğraşıyorsun? Sana rahatlık mı batıyor? Seni çok sevdiğimiz için, senin bu işlere bulaşmanı istemiyoruz. Sana bir zarar gelmesini istemiyoruz…” gibi ipe sapa gelmez telkinlerde bulunuyorlar. Benim bunlara verdiğim cevap ise “Siz bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı ile hareket ediyorsunz. O yılan bir gün sizi de ısıracağını hiç düşünmüyorsunuz.  kapının önüne bir köpeği bağlarsınız, o köpeğe bol bol et yiyecek verirsiniz, köpek de size bağlılığını göstermek için gelene gidene havlar, sizleri korumaya çalışır, fakat, sonuçta köpek de bir hayvandır ve gururu yoktur. Ama ben bir insanım ve benim bir gururum var.insan gururu için yaşamalıdır.Unutmayınız ki, Hitler en son Papazı  ateşe attığında, artık iş işten geçmişti” şeklinde karşılık verdiğimde ise, bazıları kendilerini köpeğe benzettiğimi iddia ederek, küsmüşlerdir. Halbuki verdiğim örnekle onları kast etmemiştim. Bu da benim gibi insanlara yapılan dolaylı bir baskı biçimi değil midir?

Ben kendimce doğru olduğuna inandığım şeyleri söylerim.Ancak yanlış olduğunu anladığım anda da, özür dilemeyi de bilirim. İşte, kendimce doğru olduğuna inandığım din ve inanç özgünlüğü konusundaki görüşlerimi aşağıda açıklıyorum. Eksiklik veya yanlışlık varsa, lütfen beni uyarınız.

İsteyen her gün 24 saat kilisede papazla beraber müzik eşliğinde  hareket etsin, isteyen camide imamın arkasında eğilip-kalksın, isteyen saz çalarak-türkü söyleyerek semah dönsün, isteyen sırtını kamçılayarak ağlasın, isteyen  göğsünü yumruklayarak-tef çalarak hoplasın, isteyen çember sakal-yeşil takke ile halay çeksin, vehasıl isteyen istediği şekilde neye ve kime inanırsa  inansın. İslamcı yazar olarak nitelenen Abdurrahman Dilipak’ın deyişiyle, “İnandığı gibi yaşamak, yaşadığı gibi inanmak”. Bunları, bireysel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirmek mümkündür. Laiklik ilkesini de bu  çerçevede değerlendirmek gerekir.

Ancak, madalyanın ters yüzünü de görmek lazımdır. İşin örgütlenme yönünü ve burdan hareketle siyasallaşmasını tartışmak gerekecektir. Denilebilinirki, örgütlenme özgürlüğünün olmadığı rejimlerde bireysel hakların kullanılmasının pek önemi olmaz.Evet, denetimli bir örgütlenmenin yapılmasından yanayım. Bu söylediklerimden dolayı, benim sosyalist olmadığım anlamı çıkarılmamalıdır.

MUSTAFA ELVEREN - EMEKLİ ÖĞRETMEN

 

Mustafa Elveren'in Tüm Yazılarını okumak için tıklayınnız >>

  Müzik-Video

Konuk Defteri

İletişim Formu